Yeni Bölüm Günü: 22 Mart Pazar
Evet bu ve belki bundan sonraki birkaç bölüme oy sınırı koymayarak herkese moral olsun/olalım istiyorum =)) Umarım öyle de olur.
Yazmak bana iyi gelen nadir şeylerden birisi, dilerim size de okumak iyi gelir. Ülkece atlatmaya çalıştığımız şu zorlu günlerde moralinizi bozmamaya, ellerinizi sık yıkamaya, insanlarla tokalaşmamaya, özellikle de kalabalık ortamlardan bir süreliğine uzak durmaya, evlerinizden dışarı mümkün mertebe çıkmamaya ve bugünleri sağlıklı atlatmaya çalışalım =)) Şüpheli bir durumda, en başta kendimizin ve yakın çevremizin iyiliği için en yakın sağlık kuruluşuna başvuralım =))
Hepinizi çok seviyorum. Biz bunu da atlatırız, yeter ki inanalım ve çabalayalım =))
Pazar günü yeniden görüşmek dileğiyle, şimdilik iyi okumalar efenim ;) <3
❄
"Hani kaçan kovalanırmış ya hep, Azrail'de duymuş bunu ve kendisine koşanı itip, ölümden kaçanın peşine düşmüş..."
Pıtpıt kolundaki saate dakika başı bir bakış attıktan sonra dondurmasını aynı hızla yemeye devam ediyordu. Genç adam onu yol boyu süreyi başlatmaması konusunda ikna ettikten sonra doğruca bu küçük kafeye getirmişti. Kızın hiç düşünmeden istediği limonlu dondurmasının gelmesiyle de sekiz dakikalık süreleri başlamıştı.
Genç adam onunla bir an önce konuşmak istiyordu fakat gittikçe daralan sürenin verdiği gerginlikle birlikte kafasındakileri toparlamakta zorlanıyordu. Yol boyu düşündükten sonra aklına günün anlam ve önemine uygun mükemmel bir fikir gelmişti. Bu fikir dahilinde kıza bir teklifte bulunacaktı ama küçük bir sorun vardı. O da tüm bunları karşısındaki kıza nasıl açıklayacağıydı.
Bu çatlak kızın, tam da bugün karşısına çıkmasının mutlaka bir sebebi olmalıydı. Evet, yanılıyor olamazdı. Üstelik ona defalarca kez gitmesini söylediği halde gitmemişti. O zaman şimdi de gitmemeli ve ona son yolculuğunda yardım etmeliydi. Fakat çatlak kız her şeyden habersiz öyle bir iştahla yiyordu ki dondurmasını, genç adam onu bölmeye, kafasındaki karanlık düşüncelerle iştahını kaçırmaya kıyamıyordu. Bu yüzden biraz daha bekletmeye karar verdi Azrail'i.
En azından çatlak kız dondurmasını bitirene kadar...
Neden bu kadar masum görünmek zorundaydı? Çok saf ve temiz kalpli olduğunu anlamak için onu sadece üç dakika izlemek yeterdi. Yüzündeki gülümseme sanki asla silinmezmiş gibiydi. Gözleri bu gülüş yüzünden olsa gerek hep kısıktı. Minik yüzünde en çok dikkat çeken de onlardı zaten: Gülerken iyice küçülen, ışıl ışıl parlayan, açık kahverengi gözleri. Gözlerin gülmesi bu oluyordu demek. Daha önce gözleri bu kadar güzel gülen birisini hiç görmemişti...
Belki de bu yüzden merak edip on dakikayı bahane ederek onu bu kafeye sürüklemişti. Kurduğu plan haricinde biraz da onu tanımak istemişti sanki. Kalmış mıydı bu devirde onun gibi tanımadığı ve üstelik dışarıdan bakıldığında son derece tekinsiz görünen bir adama yardım etmek için bu kadar ısrarcı davranacak birisi daha? Neden ona bağırmasına rağmen gitmek yerine kalıp yardım etmişti? Korkmuyor muydu hiç? Ayrıca ona neydi ki kendisinin bile umursamadığı kanayan kaşı? Neden çantasında kalan son peçeteyi kaşındaki kanı temizlemek için harcamıştı? Değer miydi ki..? Değmezdi. Kesinlikle değmezdi. Bunca zaman aldığı nefese de sürdüğü hayata da değmezdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
30 Şubat (TAMAMLANDI)
قصص عامةGelmesi imkansız olan bir gün, ölümsüz yapar mı insanı? Ölüm kendisini arzulayanın değil, kendisinden kaçanın peşine düşermiş. Kaçsan kurtulamaz, takılır yine önüne düşermişsin! Takıldı iki insan birbirine: Biri sonsuza düştü, diğeri asla gerçekleşe...