KrinkTown

86 9 0
                                    

Ayağa kalktım. Ayakta kalmam uzun sürmedi. Yere çakıldım. Arsadan bir feryat daha duyuldu. Kulaklarımı tıkadım ve atabildiğim kadar yüksek sesle çığlık attım. Bu evin içinde en az 30 kişi vardı. En az 20 si duymuştu. Kimse gelmedi. Odamın kapısı çalınmadı. Öğürerek yere kustum. Ağlamam daha da yükselmişti. Kalbimin her lifi tel tel sökülüyordu sanki.

"NİNA"

diye bağırdım. İki dakika içinde kapıdan içeriye Nina girdi.

"Efendim. İyi misiniz ?"

"Kustum."

dedim. Nina yanıma gelip beni ayağa kaldırıp banyoya götürdü. Beni klozete oturttuktan sonra içeriyi temizleyeceğini söyleyip gitti. Üzerimdekiler yere atıp kendimi küvete attım ve sıcak suyu açtım. Ağlamayı durduramıyordum. Canım yanıyordu. Kendimi küçük hissediyordum. Ayaklarım yavaşça sıcak suya gömülmeye başlamıştı. Cesur olma zamanım gelmiş de geçiyordu. Yaklaşık iki saat küvetin içinde ayılmayı bekledim. Ben ayılana kadar su bile soğumuştu. Sonunda banyodan çıktım ve havluya sarıldım. Kıyafet dolabından elime geçen ilk şeyleri geçirdikten sonra odadan çıktım. O sırada Bayan.Adams' ın çalışma odasının kapısının altından süzen ışığı gördüm. Ardından Bayan. Adams' ın sesi geldi.

"O görüntüler sadece bende var ve şimdiye kadar kimse görmedi Lina."

diye kükredi.

"Bunları yanlışlıkla görenlere ne olur biliyor musun ? Genelde bu gördükleri son şey olur."

dedi. Üzerime o sırada karanlık bulutlar çökerken. Koşarak merdivenlenlerden indim. Nereye düşmüştüm ben böyle ?

Evden çıktıktan sonra arazideki çığlıkların çoktan kesildiğini fark ettim. Kendimi araziden dışarıya atana kadar koştum. Bomboş yola çıkmıştım. Yürüdüm, yürüdüm yürüdüm. Sonunda bir araba farı görünce elimi havaya kaldırdım. Küçük gri toyata önümde durdu. Arabanın kapısını açtım ve 40 lı yaşlarındaki kadının yanına oturdum.

"Nereye gidiyorsun tatlım ?"

"Siz nereye gidiyorsanız oraya."

"Oğlumu ziyarete gidiyorum. Buradan 100 km uzaklıktaki bir kasabada oturuyor."

"Sizinle gelmem sorun olur mu ?"

"Tabi."

dedi ve yola devam ettik. Yanımda para yoktu ve ya telefon. Hiç bir şey yoktu. Yine de tek istediğim uzaklaşmaktı. 1 saat sonra küçük bir kasabaya gelmiştik. Kadın küçük krem rengi bir evin önünde durdu.

"Bu akşam burada kalmak ister misin ?"
"Şey gerçekten mi?"
"Tabi ki. Adın nedir."
"Mavi."
"Demek Türksün. Benim adım da Sibel. Tanıştığıma memnun oldum Mavi."

dedi kadın Türkçe pürüssüz bir aksanla.

"Evet. Ben de teşekkür ederim."

dedim. İçimi mutluluk verici kıpırtılar sarmıştı. Maya dışında aylardır bir Türk görmemiştim. Doğrusu aylardır Maya' yı da görmemiştim. Kadın küçük evin bahçe kapısından girdi. Biraz düşündükten sonra kadının arkasından gittim. Kadın kapıyı bir kez çaldıktan sonra kapı açıldı. Bizi buğday tenli hafif sakallı 20 lerinde bir adam karşıladı.

"Merhaba anne."

dedi ve kadına sarıldı. Kadın da aynı sevgiyle oğluna sarıldı ve içeriye girdi. Arkasına dönerek beni tanıttı.

"Bu Mavi. Biz de yolda tanıştık."
"İzmir. KrinkTown yolunda mı ?"

diye sordu bana bakarak. Utanarak başımı öne eydim.

"Aslına bakarsanız 100 km ötede otostop çekerken Sibel hanım beni arabasına aldı."
"Hadi içeriye geç."

dedi çocuk. İçeriye girdim. Çocuğun ayaklarında çorap vardı. Annesi de kapının önünde ayaklarını çıkarmıştı. Ayakkabılarımı kapıda çıkardıktan sonra içeriye girerken onları izledim. Annesi kanepeye otururken çocuk mutfağa geçti.

"Geç lütfen rahatına bak."

dedi çocuk. Kanepenin ucuna iliştim.

"Bu saatte orada ne arıyordun bakalım."

dedi Sibel hanım.

"Ben sadece uzaklaşmaya çalışıyordum aslına bakarsanız. O yolun üzerindeki arazinin içindeki köşkte yaşıyorum."

dedim. O sırada çocuk elinde üç bardak kahveyle geldi. Elindeki kahvelerden birini birine annesine uzattıktan sonra koltuklardan birine oturdu. Kahvemden bir yudum aldım.

"Ah. Bu arada ben Mert Özalın"
"Ben de Mavi Saygın. Memnun oldum."
"Mavi Saygın mı ? Adın çok tanıdık geliyor."

dedi ardından biraz düşündü.

"Şu şey Mavi Saygın mı ?"

dedi. Ailemin ölümü oldukça ses getiren bir olay olmuştu medyada.

"Evet."

dedim. Ailemin ismini duyan insanlarla aynı salonda oturmuş olma ismi bile iyi geliyordu.

"Kaç yaşındasın ?"

"17."

"Buraya nasıl geldin ?"

diye sordu Mert.

"Arsanın sahipleri olan insanlar tarafından evlatlık alındım aslına bakarsanız. Böylece buraya geldim. Yine de işler şu an orada pek iyi değil."

"Ah seni merak etmeyecekler mi ?"

"Etmeyeceklerdir. İstediğim gibi bir yerlerde kalma iznim var."

"Güzel."

dedi ve kahvesinden bir yudum daha aldı.

"Saat geç olmuş. Yorgun musun ?"

dedi annesine dönüp.

"Evet çocuklar. Aslına bakarsanız oldukça yorgunum. Gidip yatacağım."

dedi. Ayağa kalkıp oğlunun saçlarını öptükten sonra bana gülümseyerek ahşap merdivenlerden yukarıya çıktı.

"Eee sen yorgun musun ?"

"Şey. Aslına bakılırsa hayır."

"Güzel. Türkçe Scrable oynamak ister misin ?"

dedi koltuğun yanındaki yeşil kutuyu eline alıp havada sallayarak. Başımı olumlu olarak salladım. Dizlerinin üzerine inip kutuyu sehpaya bıraktı. Ben de aynı şekilde yere oturdum. Kutunun içindeki tahtayı sehbaya serdikten sonra bana yeşil plastiklerden birini uzattı. Torbanın içinden harflerimizi çektikten sonra oyuna başladık. Torbanın içindeki taşlar bitene kadar oynadık. Gece saat ikiyi vurmuştu. Birlikte yukarıya çıktık. Bana evdeki ikinci misafir odasını verdi. Minnet doluydum. Ayrıca uzun zamandır özlemiyle yanıp tutuştuğum huzuru bulmuştum sanki.

"Bekle biraz."

dedi odanın ortasında dururken. Gitti ve elinde gri bir kazakla geri döndü.

"Yatarken bunu giyebilirsin."

dedi. Kazağa baktığımda neredeyse benim iki katım olduğunu ve kesinlikle dizlerimin yarısından çocuğu kapatacığını anladım. Ona usulca gülümsedim. Mahçuptum...

Üzerimi değiştirdikten sonra. Küçük odadaki yatağın içine girdim ve uzun süredir yapamadığım güzel şeylerden birini yaptım. Hızlıca uykuya daldım.

Hasta 2 :Karanlığın İçindeHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin