Geride kalan her anı gibi bu da biraz acıtacak ve izleri kalacak. Tıpkı şu an olduğu gibi biraz kanatacak avuç içlerimi. Kalbimden habersizlerdi. Umurlarında da değildi. Önemi yok. Söylediklerimi ve yaşadıklarımı anlamayan hatta çığlıklarıma kulaklarını tıkayıp hakkımda alakasız ve kendi kirli kalplerine uygun eleştiriler yapan insan müsveddeleriyle dolu çevrem. Kalkıp öldüresim var kendimi hızlıca ya da hiçbir zahmet içine girmeden burada böyle ölümün bulunmasını beklemeliyim yavaş yavaş.
Bilmiyorum; ölüm ne kadar hafifletici, yaşam ne kadar iğrenç ve ağır artık ölçemiyor teraziler. Hileli bir tartı dünya ve acıyla doğru orantılı dünyanın sana atacağı tekme sayısındaki artış. Ah benim betonlaşmış kalbim. Betonla etrafını ördüğün bahçende hala kır çiçekleri açıyor ve ben o bahçede öldürdüğüm kuşları, bahçivanı, çiçekleri, ağaçları izliyor yağmurlar yağdırıyorum.
Yine geç kalıyorum bir şeylere, hissediyorum. Sürekli koşuyorum. Ardından görüyorum ki başladığım yerdeyim. Küçük bir çocuk saflığıyla "Tüm dünyayı dolaşıp evime döndüm diyorum." derken koca bir yelkovan tokadıyla uyanıp tek bir adım bile atamadığımı fark ediyorum. Yazık diyorum benliğime, kalbime,zihnime. Yok oluşumu hızlandırmak için yaptığım her şey gözyaşlarımdan ve bahçelerimden biraz daha uzaklaştırıyor beni o kadar. Yıldırımlar, fırtınalar yolluyorum sevdiklerimin üzerine öfkelerimden oluşan. "Nasıl" diyorum! Nasıl görmediniz çığlıklarımı, nasıl en büyük çığlığımı attırıp çekip gittiniz? "Neyse" diyip susuyorum. Neyse! Siktir et!