Usulca anahtarı çevirdim. Gelen tık sesi ile kapıyı ittim. İçeri girdim. Karanlıktan gelen ayak sesleri benim değilmişçesine O'nunla sohbet etmeye başladım. Silah bulma ümidiyle çekmeceleri kurcaladım. Bulamadım! O'na sordum. Silah olmadığını bıçakla da bu işi halledebileceğimi söyledi. Mutfağa yöneldim. Bıçakların hepsi kirliydi! Bu dünya ne kadar kirliyse aksine o kadar temiz bir ölüm istiyordum. Bıçaklar bu ölüme uygun değildi. Özür diledim ve yere çöktüm.
Masum olduğum dönemlerde masumiyetimi kullanıp onu öldürmelerine izin verdiğim için özür diledim. Göz yaşlarımı boşa akıtıp bugünlerime gözyaşı bırakmadığım için özür diledim. Yaşadığım için yaşamayan herkesten özür diledim ve ben ölüyken gözümün önünde yaşayan herkesten nefret ettim.
Bir ölü olarak tüm ölüler adına toprağa teşekkür ettim.
Allah'a isyan ettim bunca acıya katlanabilecek bünyeler yarattığı için, bunca acı ve haksızlığı var ettiği için. Allah'a teşekkür ettim. İsyan etmek için bir yaratıcıya ihtiyaç duyuyordum...
Sustum, sustum, sustum... Dilimden başka bir şey gelmedi çünkü. Beynimdeki fırtınanın ve kaosun dilimden dökülemeyişinin, gözümden akamayışının acısını çektim. Dilimden, beynimden gözümden ve bu isyana muhtaç olan tüm insanlardan özür diledim.
Ölüydüm; bunu göstermenin bir yolu olmalıydı aynı zamanda bir özür niteliğinde.
Doğru. Tıpkı senaristin kurgusundaki gibi. Sokak başına kendini asmış bir adam ve kucağında tüm insanlık adına bir yazı.
"ÖZÜR DİLERİM"