Çok tanıdıktı. Geçmişte hep var olduğunun kanıtıymışçasına onunla bütün hissediyordum ruhumu. Bir yandan da ilk kez keşfediyordum her zerresini, her noktanı, dudaklarını, gözlerini, kalbini... Elleri çok tanıdıktı. Ama onları ilk kez tutacakmışım gibi özlem ve merak duyuyordum içimde. Hatırlamayı en çok istediğim durağımdı. O durağı çoktan geçmiştim, ikinci turumda tekrar uğruyordum ama ilkinin anısı farklıydı hatırlayamıyordum. Ölüm gibiydi. Ne verirsen onu aldığın bir ölüm... Ölmeden asla bilemeyeceğim bir güzellikteydi. Korkunçtu ama yaşamadan. Bir yandan da o kadar huzurlu ve aslında hep bana aitti sanki gözleri. Hayat bir besteyse en can alıcı cümlesiydi sanki. Sessiz, huzurlu bir o kadar da saklı kalmış gözleri vardı. Söylemek için delirdiği ama hep içine akıttığı anılar haykırıyordu kirpiklerinin arasından dinlerken acıları.Bana göster yaralarını. Beni al içine ve oradan çıkmama izin verme. Hapsetme beni, orası evim olsun. Gözlerin benim evimin penceresi olsun, baktığın yerse manzaram... Kanamış kabuk bağlamış her yaranı bana da tanıt. Neyi, kimi ne kadar sevdin, neyi kaybettin gözyaşın kim için ne için aktı. Hangi acı için yumruğunu sıktın, o yumruğu ne için duvarlara atmak zorunda kaldın. Gözyaşların neden doldu, akıtmadın. Benden sana bir kalp doğruluyor içten içe. Ve benim lügatımda sevda dediğin yaraları en güzel tanıma sanatı, sevda dediğin farklı pencerelerden aynı manzarayı görebilmek... Sanatını benimle paylaş. Otur yanıma ve sanatını tanıt bana.