Olağan değil mi ölmek doğmak kadar. Bir o kadar da mucizevi bir olay. Var olmak mı olay yok olmak mı? Var olmanın hacmiyle aynı değil mi yok olmak? Küçük bir taneden gelip o küçük tanede geri yok olmak... Sonsuz bir var oluş ve sonsuzluğa yolculuğun ilk adımı. Muazzam bir döngü. Muazzam bir mutluluk ve dehşet bir acı. Var oluş sancısı mı dediler yok oluşun ilk adımına? Yoksa zaten var mıydı aslında tüm yok olanlar bu dünyada? Atmosfere giren bir toz zerresinin avucuna düşmesi mi daha ağır, yıldızın yanarak göklerden topraklara düşen külleri mi? Küllerinden doğan bir dünya mı daha olağan dışı külleri bile kaybolmuş yıkık şehirlerde gezen insanoğlu mu?
Saçlarım dalgalanıyor alevlerin sıcaklarından. Asfaltın sıcağı maskemi eritiyor. Gülen dudaklarım aşağı sarkıyor. Yüzüm düşüyor, kirpiklerim düşüyor yerlere. Kimse bir şey bilmiyor. Kimse bu gök neden yakıyor, yakarken ağlıyor bilmiyor. Kimse sormuyor doğru mu bu acılar. Kimse bakmıyor maskenin ardından avucuma düşen kanlı yaşlara.
Sisli bir gece görüyorum önümde. Ay doğmuş geceye. Geceyse yüreklere doğmuş, yürekler gece gibi kararmış. Sessiz bir sokak var. Sokak yeşil, sokak aydınlık. Sokak başında eli baltalı karanlıklar. Şık takımlı bir adam var Merkür'ün alevlerinden ayakkabılar giymiş, sıcak! Venüs'ten düşmüş bir kadın var en az Venüs kadar güzel, alevli saçları! En az Neptün kadar soğuk kanları damarlarında, dondurucu! Gözlerini gördüm en az Güneş kadar sıcak, yakıcı! Çöl kadar kurak dudakları, ıslanmaya muhtaç! Karıştılar, dans ettiler, eridiler, üşüdüler, yandılar, küllerinden tekrar doğdular... Yaşadılar! Kurak topraklara yağmurmuşçasına yağdılar. Ağançmışçasına yeşerdiler. Ateş misali yandılar. Gece gibi karardılar, Güneş gibi doğdular karanlıklarına. Ay gibi sahiplendiler geceyi.
Doğdular ve yıldız gibi öldüler.