“Zehirlendi mi?” Diye şaşkınlıkla sordu Khalil. Bir an da kafasından aşağı bir kova taş dökülmüştü sanki. Kaşlarını derinden çatarken, ellerini yumruk yaptı ve içinde fokur fokur kaynayan öfkesini bastırmak için muazzam bir savaş verdi. Karşısındaki doktorun yanında kendinden geçmek istemiyordu.
“Evet, ama daha çok yeni. Yaklaşık iki ay kadar olmuş ve yavaş yavaş vücuduna yayılmış.” Doktor elindeki kan değerlerine bakarak konuşmasına devam etti. Birileri Sultan’ı tamamen ortadan yok etmek için bir suikast girişiminde bulunmuştu. Neyseki zehir bütün vücudunu ele geçirilmeden, önlemi alınabilmıştı. “Ancak hayati tehlikesi hâlâ mevcut. Ben sonraki günleri burada geçireceğim, izninizle.”
“Elbette, ne gerekiyorsa yapılsın.” Khalil, yatağında yatan koca adamın bedenini düşünceli gözlerle izliyordu. Babasının düşmanı kim olabilirdi? Konseydeki herkesle iyi anlaşan biriydi, sertti ama adil bir hükümdârdı. Mutlaka onu çekemeyen hainlerden biri olmalıydı. Siyaha bürünmüş elalarını tekrar doktora çevirdi ve elini çenesine koyarak orasını okşamaya başladı.
“Bu şimdilik aramızda kalsın.”
“Elbette, majesteleri.” Dedi adam itaatkâr bir ses tonuyla. Aile doktorlarının bu sırrı ifşa etmeyeceğinden emindi Khalil. Halkı ayağa kaldırmadan bu işi en kısa zamanda çözmeliydi.
“Sizden de kan almamız gerekiyor, prensim.” Doktorun dediklerine göre zehir, yediğinden ve içtiklerinden vücuduna yerleşmiş olmalıydı. Sultan’ın yediği yemeklerden Khalil’de yemişti. Daha buraya geleli çok olmasa da, zehir Khalil’i de ele geçirmiş olabilirdi.
“Tamam.” Doktor yanında getirdiği hemsireye talimatı verdikten sonra Khalil’den de kan örneği alındı ve direkt hastaneye, laboratuara gönderildi. Şimdilik Sultan’ın zehirlendiğini sadece doktor, hemşire ve Khalil biliyordu. Ancak genç adam bundan konseyinde haberi olması gerektiği kanaatine vardı. Sultan’a bağlılık yemini eden adamlara karşı dürüst olmasını gerekirdi. Babasının iyileşip, iyileşmeyeceği henüz meçhuldü. İyileşse bile felç kalma ihtimali çok yüksekti. Bunu düşünmek bile istemezken, olası bir sonuçla karşı karşıya geldiğinde buna hazırlıklı olmalıydı.
Sultan’ın odasından çıktıktan sonra hızla Haroon’u buldu ve konseyin acilen toplanılması için emir verdi. Yaklaşık yarım saat içinde konseyin en önemli üyeleri toplanmış ve sarayın alt katında bulunan büyük salonda Khalil’i beklemeye başlamışlardı.
Genç adam üzerini değiştirdikten sonra odasından çıkmak için bir adım attı. Ancak tam o anda sarayda büyük bir kargaşa koptu. Az sonra odasının kapısı panikle dövülünce kaşlarını çatarak “Gel,” diye seslendi dışardakine.
Haroon dehşetle biçimlenmiş yüz hatlarıyla içeriye girdi. Yaşlı kahyânın yüzünün her çizgisine korku yerleşmişti adeta.
“Haroon? Bu halin ne?”
“Majesteleri, Sultan’ın zehirlendiği doğru mu?” Khalil sert bir yumruk yemiş gibi sersemleşti. Daha kendisi bile bu haberi yeni öğrenmişken Haroon’a nasıl sızmıştı?
“Bunu nerden biliyorsun?” Diye sordu sert bir sesle. Ortada neler dönüyordu?
“Televizyonlar son dakika haberi olarak yayınladı.”
Khalil’i gözle görülür bir öfke dalgası vurdu, geçti. Gözlerinde şimşekler çakarken bakışlarını Haroon’un yüzünden bir saniye olsun ayırmamıştı. Bu suikast düşündüğünden de erken planlanmıştı. Ve bu her kimse, bunu canıyla ödeyecekti!
“Doğru.”
“Allah’ım sen koru!” Dedi yaşlı adam yüksesk sesle, ellerini göğe kaldırarak. Bu arada dışardan gelen sesler gittikçe artmaya başlamıştı. Khalil çatık kaşlarını düzeltmeden camın kenarına gitti ve dışardaki kalabalığa şöyle bir göz gezdirdi.