"Kalbin vuvuzela çalıyor Khalil." Elleri hâlâ belinde sarılıydı ama geri çekilip gülümseyerek adamın sert çehresine baktı. "Ne kadar öfkelendin böyle."
"Ney gibi?" Khalil'in gözleri onun gülümseyen dudaklarındaydı, şimdi onlara dokunsa söner miydi öfkesinin ateşi? Büsbütün alev alırdı ama bedeni.
"Vuvuzela ya, var ya şu zurna. Kalbin de onun gibi gürültülü." Başını geriye göğsüne yasladı ve tutuşunu daha da sıkılaştırdı. Oysa o organın bu kadar gürültü yapmasının nedeni öfke değildi. Yaramaz bir kadının varlığı gönül evinde tepiniyor ve orasını gürültüyle darmadağınık ediyordu.
Kollarını belinden çekti ve "Hazırlan hadi. Uçuyoruz."
"İyiydik böyle ya. Sarmaş dolaş," dedi ve kocasına sırıttı. Khalil'in keyfi hiç yerinde değildi. Ona aldırmadan spor çantasını yatağın üzerine koydu ve kıyafetlerini içine koymaya başladı.
"Güler misin?"
"Ne?" Adam elinde tuttuğu şortu gelişigüzel çantaya fırlattı. Kaşları çatıktı.
"Gül diyorum ya, çok sevimsiz görünüyorsun."
Bıkkınca bir nefes verdi. Bu kadının enerjisi hiç mi tükenmezdi? "Humeyra," dedi ona dönerek. Elindekiler son kıyafetleriydi. "Hazırlan, hemen uçacağız."
"Kendini bana bıraksan ben seni helyum gibi uçururum ama somurtup duruyorsun." Ona yaklaştı. Bu espirisine bile gülmemişti. "O adamı tanıyor muydun?"
"Soru sorma da hazırlan, haydi." Çantasının fermuarını çekti ve yatağından atar gibi yere koydu.
"Peki, ama seni bugün mutlaka güldüreceğim. On ikiden önce, sonra bal kağabığna dönüşmeni istemem, hahahah." Son söylediğine yüklü bir kahkaha atarak dilini yandan dışarı çıkardı ve Khalil'i o korkunç öfkesiyle yalnız bıraktı. Esip gürleyeceğini düşünmüştü oysa odaya ilk geldiklerinde. Kocası elini öyle sıkı tutmuştu ki, bir an canı bile yanmıştı ama sırf o elin sıcaklığını kaybetmemek için gıkı bile çıkmamıştı. Khalil onu böylesine sahiplenmişken o öl derse, ölürdü. Sol derse solardı. Zaten bir tek onun için açan bir çiçekti, solsa da mühim değildi.
Çabucak, düşmemeye gayret göstererek odasına gitti ve eşyalarını toparladı. Elini çabuk tuttuğu için yirmi dakika da bitmişti. Kapıyı kapatmadan evvel unuttuğu eşyaları olur diye odaya şöyle bir bakmış ve dışarı çıkmıştı.
Khalil onu bekliyordu. Gülümsüyor ve onun sert yüzünü gölgeleyen güneşe meydan okurcasına ona doğru yürüyordu. Genç adamın da gözleri karısının bedenindeydi. Neden o her ona doğru gelişinde kalbinde atlar dört nala koşuyormuş gibi hissediyordu ki? O kadının kendisine doğru attığı her adım yüreğinin topraklarını inletiyordu.
"Bari bana bakarken bu kadar çatma şu kaşlarını. Yemin ederim seri katil gibi görünüyorsun." Onun önüne geçti ve beraber yürümeye başladılar. Oysa o kaşların böylesine derinden çatılmasının nedeni hissettiği saçma sapan duygulardı. "Bu arada," dedi Humeyra bir kere arkasına bakarak. "Barbara nerede?"
"Mesaj attı, daha hazırlanamamış, bizden bir sonraki uçakla gelecek." Telefon bile açmamış, sadece mesajla durumunu bildirmeyi seçmişti. Khalil bu duruma üzülüyordu esasen, çünkü bir dostunu kaybediyordu. Göz göre göre, o da dostluk diyarını terk ediyordu.
"İsabet olur."
Yaklaşık bir saattir uçaktalardı ve Humeyra hiç susmamıştı. Khalil'in başı şişmeye başlamıştı. Hava basıncı zaten kafasını davul gibi yapmışken şimdi bir de taramalı tüfek gibi dilini durdurmayan karısının sesi tamamen işkence gibiydi.