5. Bölüm

36.3K 1.6K 46
                                    

Yirmi dört saat önce;

Khalil dinamik adımlarla saraydan içeriye girdi. Onu karşılayan adamlara selam dahi vermeden sert bakışlar eşliğinde merdivenlere, babasının odasına yöneldi. İkişer ikişer çıktığı basamakları saniyeler içinde ardından bırakmış ve uzun koridoru geçmeye başlamıştı. 

Sabah gözlerini açar açmaz omuzunda uyuyan dilber rahatsız olmasın diye yerinden bile kıpırdamamıştı. Güne hiç bu kadar huzurlu başladığını hatırlamıyordu. Çoğu zaman sarayın o kalabalık ve vıcır vıcır halinden kurtulmak için adaya kaçmışlığı olmuştu. Fakat yanında nadiren birini götürürdü. İlk defa yalnızlığı paylaşmanın keyifli olduğunu düşünmüştü. Ta ki tanıdık simalar kapıda bitene kadar. 

Genç kızı uyandırmamaya özen göstererek yerinden doğrulmuş ve babasından gelen emirle kalakalmıştı. Aldığı müjdeli haberin yanı sıra ardında bir kadını bırakmak oldukça can sıkıcıydı. Lakin Sultan’ın kesin emri vardı; Khalil derhal saraya dönmeliydi. Son bir kez Humeyra’nın uyuyan yüzüne baktı ve yanındaki hizmetçilerle beraber onları bekleyen helikoptere bindi. Nedense Humeyra’nın bunu ödeteceğine adı gibi emindi. O çılgın varlık kim bilir başına ne çoraplar örecekti. 

Odanın kapısında son bir kez üstüne çeki düzen verdi ve kapıyı iki kere tıklattıktan sonra, içeriden gelen tanıdık bir ses tarafından buyur edildi. Bu adam yıkılmazdı. Kaya gibi sertti. Ve o adam Khalil’in babası ve hayattaki en büyük rol modeliydi. İlerde onun gibi bir sultan olmayı cani gönülden diliyordu. 

“Çok şükür Allah’a, iyisin.” Sultan tek kelime bile etmemişti. Delici bakışları oğlunun üzerinde geziyor ve Khalil’i rahatsız ediyordu. Khalil, son zamanlarda anlayamadığı davanışlarda bulunuyordu. Onun tahtın başına geçme gibi bir isteği olmadığını seziyordu, ancak bu saltanat atasının armağanı, onun kaderiydi. Ve bunu bile bile hatalar işlemesi Sultan’ın öfkesini harlamaktan başka bir şeye yaramıyordu. 

“Geç şöyle, yanıma otur.”

Khalil sessizce, devasa yatağın yanındaki sandalyeye oturdu ve babasına baktı. Neler söyleyeceğini biliyordu. Ve asıl korktuğu da buydu. Onun dudaklarından çıkan her kelime bir kanundu, red bile edemeyeceği. 

“Görüyorsun, düşmanlarım ve beni çekemeyen daha nice insanlar ayağımı kaydırmak için her yola başvuruyorlar.” Khalil can kulağıyla babasını dinlemeye başladı. Sultan, kendi konuşurken araya girilmesinden hiç hoşlanmazdı. Bu konunun varacağı noktayı iyi bilmesine rağmen, tüm ilgisini ona vermişti. “Lakin bir tek, düşmanlarımın yanı sıra benim kanımdan, benim canımdan olan birisinin yaptığı hatalar ayağımı kaydırmaya sebep olabiliyor.” Dedi Sultan sertçe. Gözleri bütün ciddiyetiyle Khalil’e çevrilmişti. “Onunla kaçarken ne düşündün, Khalil?”

“Ona verdiğim sözü tuttum.” Dedi Khalil aynı ciddiyetlikle. Oysa yaptığı bir zinaydı. Başkasının sözlüsü ile kaçmanın cezası idamdı. Ve genç adam bunu bile bile Humeyra’yla kaçmıştı. Ya da bildiği ve kendisine kabul ettirmek istemese bile istediği başka bir sebepten dolayı yok olmuştu ortadan.

“Şimdi de düşüncesizliğin cezasını çekecek ve onunla evleneceksin!” Bu topraklarda bir erkek bir kadınla kaçıyorsa onu çoktan karısı olarak kabullenmiş sayılıyordu. Humeyra onun kadını olmuştu. Bu sahipleniş, sol köşesinde bir yaprağı oynatmıştı. Fakat buna bütün benliğiyle karşı çıkmak için ne gerekiyorsa yapacaktı. 

Genç adam bir an donup kaldı. Duyduklarını belki de hiçbir zaman kendine itiraf edemeyecekti. Ancak bundan kaçışı yoktu. Bu bataklığa bilerek ve isteyerek dalmıştı. Ayrıca Sultan’da çok kararlı görünüyordu. Hiç olmadığı kadar hem de. 

“Ne?”

“Onunla evleneceksin!” Diye tekrar etti babası, oğlu nihayet kendine gelebildiğinde. 

“Bu...Hayır. Bunu yapamam.” En başta Humeyra’ya yazık ederdi. O kızın evlilikten kaçtığını biliyordu. Üstelik bir söz vermişti. Onu buradan çıkartacak ve bir daha görüşmeyeceklerdi. Şimdiyse yolları hatta hayatları birbirine kördüğümleniyordu. 

“Ne demek yapamam. Sana emrediyorum!”

Khalil hışımla ayağa fırladı. “Herkes olur, ama o kız olmaz.”

“Sultan’a karşı mı geliyorsun?”

Genç adam yaptığı saygısızlığı anlayarak yutkundu ve “Haşa. Ne haddime.” Diyerek geri adım attı. “Af edersin, baba.”

“Şimdi gelinimi getir.”

Khalil’in bütün vücudu, ruhu hatta sol köşesi bile bangır bangır bağırıyordu isyankârca. O çatlak kadın bir kıyamet alametiydi, ama onunla evlenmekten başka çaresi yoktu. Ne kadar isyan etse de, mecburdu. Aksi takdirde Humeyra’nın ölümüne bile sebep olabilirdi. Ve o hayat dolu kızın sonsuza dek gözlerini kapatmasını istemiyordu. Bazı hataların telafisi olmuyordu. Ve o kızın tek hatası gözlerini gözlerine değdirmesiydi. İlk o an bir sela okunmuştu yüreğine, diğer bütün kadınlar için. 

Dışarı çıkarken kendi kendisine bir söz verdi. Ona iyi bir eş ve iyi bir yoldaş olacaktı. Her ne kadar sevgisiz de olsa bu bağ, onun incinmesine izin vermeyecekti. Çünkü hiçbir koca, karısının gözlerinde buğunun sebebi olmak istemezdi. Ancak Khalil belki o gözlerin yaşlarına bile sebebiyet verecekti. Herkes ağlasındı, ama onun kadını tek damla bile dökmesindi. 

“Haroon, derhal Humeyra’yı adadan buraya getir.” Haroon emre itaat etmek üzere selam vererek, yanından ayrıldığı sıra Hassan koşarak müstakbeş damatının yanına geldi ve yerlere kadar eğilerek selam verdi. 

“Majesteleri, kızımın sizin gibi bir eşe sahip olması ne büyük gurur, ne büyük şeref.”

“Şeref sana çok yakışacak Hassan.” Dedi Khalil sıkılı dişlerinin arasından ve adamın düşen yüzüne tükürmemek için oradan ayrıldı. Humeyra’yı kırbaçlayan bu adi adamı elleriyle boğmak istiyordu. 

Öğle güneşiyle birlikte Sultan ayaklanmış ve gelinini karşılamak için büyük salona geçmişti. Ayakta durması şimdilik skaıncalıydı, ancak fazla durmayacaktı zaten. Hem kahramanını yatarak karşılamak ayıp olurdu. Bugüne bugün genç kız onun hayatını kurtarmıştı. Gözlerini araladıktan sadece iki saat sonra olan biteni dinlemiş ve Jalal’ın cezasını düşünmek yerine oğlunun geleceğini düşünmeye başlamıştı. Aslında ikisininki de belliydi. Birisininki ölüm, diğerinin ki de izdivaçtı. 

Bir an sonra Khalil’de içeri girdi. Kaşları, huzursuzluğunu belli edercesine çatıktı. Sultan’ı selamladıktan sonra salnun devasa camlarına doğru yürüdü ve derin bir nefes eşliğinde elini cebine koyarak dışarıyı seyretmeye başladı. Az sonra nelerle karşılaşacağını bilmiyordu, tek isteği Humeyra’nın uysal davranmasıydı. Fakat bu dilek, olmayacak duâya amin demek gibi bir şeydi. 

Genç kız az sonra yanlarına getirilmişti. Khalil onun odaya girişini duymuş, ama arkasını bile dönmemişti. “Gelinim de geldi.” Ancak babasının beklenti dolu sözlerini işittiğinde başını oraya çevirdi ve Humeyra’nın şaşkın çehresiyle karşılaştı. Bir bakıma onun her şeyi kendiliğinden öğrenmesine seviniyordu, ancak yine de huzursuzdu.

“Küçük hanım, seni oğlum prensle tanıştırayım! Khalil.” Khalil, dikkatle Humeyra’ya bakıyordu. Humeyra’nın yüzüne yazılan dehşet ülkesinin kanunlarından bile daha katıydı. Bembeyaz olmuştu bir anda. Genç adam ondaki bu değişimi sakince seyrederken, az sonra gün yüzüne çıkan öfkesiyle tedirgin olmaya başlamıştı. Nitekim gözünün üstüne yediği yumrukla öfkeden kudurdu. Dişlerini delicesine sıkarak elini sol gözüne götürdü. Genç adamdan hariç herkes şaşkınlıkla kalakalmıştı.

Humeyra, herkesin gözü önünde prense, tahtın varisine ve en önemlisi müstakbel eşine bir yumruk atmıştı! Bir kadın, efendisine nasıl el kaldırırdı? Salondaki herkes nefesini tutmuştu. Çıt çıkmadı. Şaşkınlığın yerini dehşet almıştı şimdi. Genç adam bu kadarını da beklemiyordu doğrusu. 
Öfkesinin bedenine yayılmasına engel olamayarak Humeyra’nın bileğinden sertçe tuttu ve çekti. “İzninizle majesteleri.” Dedi ve Humeyra’yı neredeyse yerde sürükleyerek dışarı çıkardı. Bu kadına artık birileri haddini bildirmesi gerekiyordu. 

“Demek beni kurtaracaktın, öyle mi? Seni yalancı, düzenbaz herif. Ömrümde senin kadar adi bir insan tanımadım. Beş para değil, tek kuruş bile etmezsin! Senin adamlığına limon sıkayım ben, yalancılığına dürüp yersin.” Khalil o an genç kızı öyle bir çekti ki, Humeyra, ağzından kopan bir iniltiyle birlikte Khalil’ın kaskatı kesilmiş bedenine çarptı. “Eğer şu dakika susmazsan, yemin ederim seni buna pişman ederim.”

“Sen benim en büyük pişmanlığımsın zaten. Sana güvenmiştim.” Dediğinde, bir şey demeksizin onu bir odaya götürdü ve kapıyı da ardından kapattı. Odanın içinde tavana değen kitaplıklar ve ortasında upuzun bir masa vardı. Masanın hemen karşısında ise yanmayan bir şömine duruyordu. 

“Dinle.”

“Evlenmekte ne demek? Sen çıldırdın galiba? Prenste olsan, benim senin gibi bir kazmayla evlenmek gibi bir niyetim yok.”

“Senin ağzından doğru dürüst bir kelime çıkmaz mı?”

“Peki senin ağzından doğru dürüst olan bir kelime çıkmaz mı? Daha söylemediğin kaç yalanın var? Söyle, adi herif! Benimle oynamak eğlenceli miydi bari? Güvenimi sarsmak eğlenceli miydi?” Diye bağırdı genç kız. Ardından eline gelen bir sandalyeyi aldı ve Khalil’e doğru fırlattı. Khalil son anda sıvışmasaydı, kesinlikle beyin kanaması geçirirdi. Humeyra hızını alamadan raflardaki kitapları uzandı ve art ardına genç adama fırlatmaya başladı. Neresine gelirse kafiydi. Yeter ki onunda canı acısındı.

“Bu yaptığın şerefsizliği ömrüm boyunca unutmayacağım, seni prens bozuntusu. Ömrüm boyunca!” dedi eline gelen iri bir kitap Khalil’in baldırlarına doğru fırlattı. 

“Ah, o Faust’tu.” Dedi genç adam acıyla, baldırını ovarken. 

“Ya, hiç beklemediğin bir adamdan darbe yemek böyle oluyor işte, acıtıyor. Kim derdi ki Goethe sana zarar verecek?” Humeyra uzandığı diğer kitabın üstüne baktı ve Khalil’e göz açtırmadan onu da karnına doğru fırlattı. “Al, insanlık dersi!”

Ardından bir ansiklopedi aldı ve hiç düşünmeden Khalil’in kafasına fırlattı. Onun bu darbeden kurtulması öfkesini daha da çok körüklüyordu. Artık eline hangi kitap gelirse genç adama fırlatıyor ve bir yandan da söyleniyordu. “Sıktığın palavraları yazsam yüz ciltlik kitap olur. Yalancılığın kitabını yazarsın sen, Yalancıkus.”

“Bana da öğretsene böyle adi olmayı, hı.” Genç adamın koluna çarpan bu kitapta yerde yatan onlarca kitabın yanında yer aldı. Fakat Humeyra hâlâ hıncını alamamıştı. 

“Kes şunu artık. Yetişkin insanlar gibi konuşalım.” Khalil, bir müddet onun öfkesini yenmesine müsaade etmişti. Ancak bedenine fırlatılan kitaplar gittikçe kalınlaşıyor ve canını acıtıyordu. Üstelik işittiği hakaretlerin tümünü toplasa bu kızı gecelerce kırbaçlatabilirdi. O an ensesine yediği ağır bir kitapla neredeyse kükredi. “Humeyraaaaaa!”

“Ağzından çıkan tek doğru kelime adım zaten!” Diye tersledi onu. Arkasına bile bakmadan aldığı kitap, genç adam neredeyse çıldırtacaktı. “Sakın!” Diye uyardı Khalil onu ciddice. Ve iki adımdan yanına vararak, Kur’an’ı Kerim’i Humeyra’nın ellerinden aldı. “O, Kur’an’ı Kerim. Ona bir daha dokunma.” Khalil’in sesindeki uyarıyı duyduğu an duraklamıştı zaten. Kutsal kitaplara karşı her zaman saygılıydı. Fakat Khalil’in kesif bir dille ona dokunmamasını söylemesi tuhafına gitmişti.

“Bu kadar kutsal bir şeyi senin gibi düzenbaz bir adama fırlatırsam Tanrı şüphesiz beni cezalandırır.”

Genç adam bu hakareti de yuttu ve öfkeyle Humeyra’yı süzdü. Terminatör gibi esip, gürlemişti az önce. Elindeki Kur’an’ı Humeyra’ya uzattı. “Onu öpüp alnına koymama izin ver, sakinleşeceksin.”

Humeyra’nın ihtiyacı da tam da buydu. Aslında Khalil’in saçlarını yolmak istiyordu, fakat sakinleşmediği sürecek kendisine bile zarar verebilirdi. Sakin kafayla bu saçmalıktan kurtulmanın yolunu bulmalıydı. Bu yüzden Khalil’i dinledi ve bakışlarını yeşil, ağır kitapa çevirdi. Bir kabın içinde muhafaza ediliyordu. Onu usulca öptü ve alnına koyduktan sonra Khalil’in onu rafa yerleştirmesini izledi. 

“Derhal bir açıklama bekliyorum?”

“Benimle evlenmek zorundasın.” Dedi genç adam, Humeyra’nın çaresizlikle biçimlenmiş yüz hatlarına bakarken. 

“Ölürüm, daha iyi.”

“Evlenmezsen zaten öleceksin.” Diye homurdandı genç adam. İtirazın hiçbir işe yaramayacağını biliyordu. 

Humeyra kaşlarını çattı. “Canın cehenneme, tamam mı? Ben gidiyorum. Sakın durdurayım deme, kafanı patlatırım.” Ona mantıklı bir açıklama yapmak yerine, hâlâ emirler yağdırıyordu. Onun bu aptal huyundan anlamalıydı aslında bir prens olduğunu. Emir vermek adeta bir alışkanlık haline gelmişti genç adamda. Rica etmeyi unutmuştu erkeksi dudakları.

“Benimle evleneceksin. Hem de en kısa zamanda!”

Humeyra bu kesin emirle durdu ve hışımla arkasını döndü. Dudakları alaycı bir gülümsemeyle kıvrılmıştı. Az sonra kahkhayı patlattı ve “Seninle evlenmek, ha?” diye alayla konuştu. Genç adam bu aşağılanmayla neye uğradığını şaşırdı ve öfkelendi. Bu kadınlar bir ömür geçireceğini düşünerek kaderine lanet etti. 

“Kes şunu.”

“Emrin olur prens hazertleri.”

Khalil bıkkınca bir nefes aldı. “Konuşmalıyız. Seni mantıklı olmaya davet ediyorum.”

“Konuşmak, emir vermeyi kapsamıyor. Karşılıklı bir şey denilmesi gerekiyor, sayın barbar.” Genç adam sustu. Yüzü, deminkine nazaran daha sertleşmişti. En nihayetinde o da bir emir almıştı. Gerçi güzellikle anlatsa bile, bunu anlayabilir miydi? Ülkesinin kanunlarını kendi bile anlayamazken, batılı bir kadın nasıl anlar ve tolare ederdi ki?

“Sen de onları gibisin.” Diye nefretle konuştu Humeyra. Sesindeki hayal kırıklığı Khalil’i rahatsız edecek şekilde barizdi. “Hepiniz aynısınız.”

“Ben değilim.” Diye itiraz etti genç adam. 

“Öyleyse kes su saçmalığı.” Dedi ve Khalil’in yüzüne bile bakmadan arkasını dönüp gitti. Kapının koluna uzandığında duyduğu sesle olduğu yerde kaldı. Neredeyse seslice yutkunacaktı. 

“Adada geçirdiğimiz günlerden henüz kimsenin haberi yok.” 

Humeyra hızla arkasını dönerken “Yani?” Diye sordu, kuşkulu bakışlar eşliğinde. Khalil’in ne düşündüğünü anlamak o kadar da zor değildi. 

“Eminim kimsenin öğrenmesini istemezsin. Özellikle babanın.”
Kesinlikle kırk gün kırk gece kırbaçlanırdı. Babasının ne kadar acımasız olduğunu geçen günler zarfında iyice anlamıştı. Zira bedenindeki yaraların izi hâlâ silinmemişti. 

Humeyra ellerini göğsülerinde birleştirdi ve tek kaşını havaya kaldırdı. “Benimle evlenmek için bu kadar can attığını bilmiyordum.” Adam sinsice gülümseyerek yanına vardı ve hafif eğilerek yüzüne baktı. “Dünyada tek kız sen olsan, yine de senin gibi çatlak bir kadını benimle evlenmek gibi şerefli bir konuma nail etmezdim.”

Genç kız bu sözlerden sonra öfkeyle alt dudağını ıssırdı. “Öyleyse ne bu çaba? Bırak gideyim, zaten sana uygun değilim.”

“İlk defa sana katılıyorum, çatlaksın matlaksın ama haklısın.”

“Khalil yumruğu gözüne patlatırım, alay etme benimle.” Kehribar rengi gözleri az önce yumruğuyla imzasını attığı gözün üstünde gezindi. Neyseki bir morluk olmamıştı. Sadece hafif bir kızarıklık vardı. 

Adam doğrulduktan sonra ellerini cebine soktu. “Alay etmiyorum.” Dedi ve derin bir nefes saldı ağzından. “Evleneceğiz.”

“Olmaz. Vallahi olmaz. Evlilik bana göre değil ki. Ben....Ben karılık bile yapamam.”

“Bana karılık yapmayı sen bile becerirsin.” Dedi Khalil, onu küçümser bir tonda. Sonra uzandı ve baş parmağıyla çenesini okşadı. Teni yumuşacıktı. “Sadece çocuk doğurup, bana bir varis vermen yeterli.”

Kız adamın elini sertçe kenara ittiğinde Khalil sırıttı. 
“Beni bir mal olarak görmeyi kes, aptal şeyh!”

Adamın yüzü eski sertliğine döndü. “Kararını ver! Ya ben, ya da...”

“Bir sus!” Diye bağırdı genç kız. Sonra daha sakince ekledi. “Düşünüyorum.” Yüzü renkten renge giriyordu. Şu an bu durumda olduğuna inanamıyordu. Sonsuza dek mutsuz olacağı bir karar almak zorundaydı. Ve bu kararı etkili kılacak şıkların arasında ‘Hayır’ yoktu. Alnı kırış kırış olmuştu bu süre zarfında. Sanırım başka çaresi yoktu. Kaşları bin şekile büründükten sonra bıkkınca nefesini saldı. Gözlerine bir hüzün bulutu yerleşmişti, ama onları ustaca bertaraf ederek karşısındaki adama baktı. En azından bir prensti, öküz!

“Al,” dedi bileğini Khalil’e uzatarak. Tedirgin olduğunu ondan saklamak için elinden geleni yapmıştı. “Al da götür damızlık ineğini.”

“Bir ineğe göre çok akıllı bir seçim yaptın.” 

“Tek bir kelime daha edersen seni boğazlarım.” Khalil, ellerine bırakılan bileği kavradı ve genç kızı sürükleyerek peşinden götürdü. Humeyra neredeyse yetişemiyordu genç adamın adımlarına. Hayatı her zaman bir oaray bir buraya sürüklenmişti. Fakat şimdi sürüklendiği yer, karanlık bir kuyu gibiydi. Umuyordu, bu acele işin içine şeytan karışmasındı. 

“Bunların hepsini sana ödeteceğim,” dedi genç kız içinden, defalarca yemin ederek. Khalil bu ihanetin bedelini ödeyecekti!

*******
Yangından mal kaçırır gibi evleniyordu işte. Geride bıraktıkları iki hafta boyunca sarayın içi şölen havasına bürünmüştü. Ne var kı o şölen bir gönlüne girememişti. İnanılır gibi değildi! Evleniyordu. Hem de doğulu bir erkekle. Barbarlardan ömrü boyunca nefret etmişti, fakat bu gece bir barbarla aynı yatağı paylaşacaktı. Tanrı onu korusundu. 

Ona verilen lüks bir odada hazırlanması beklenilirken o, aynadaki aksine bakıyordu. Dalgalı kahverengi saçları göğüslerinin hızasındaydı. Kehribar rengi gözleri kaybolmuşçasına karşıda oturan korkak kadına bakıyordu. Evliliğin kutsal bir şey olduğunu biliyordu, lakin kutsal olan her şeyin mutluluk getirmediğini düşünmeye başlamıştı. Şu an tek arzusu annesinin de yanında olmasıydı. Belki o yanı başında olsaydı Khalil cephesini az buçuk cesaretle göğüslerdi. 

Birden kapının çalınmasıyla yerinden sıçradı ve kendini toparlayarak, başını oraya çevirdi. “Girin.” Kapı birden açıldı ve içeriye üç kadın girdi. Üçü de önünde saygıyla eğildikten sonra, başlarını yerden kaldırmadan karşısında dikeldiler. Ortada duran kışı konuşmaya başlamıştı. “Biz sizi giydirmek için gönderildik, majesteleri.”

Humeyra şaşkınca onlara baktı. “Ben kendim giyinebilirim.”

“Kesin emir aldık, efendimiz.” Kadın sağında ve solunda duran kadınlara koluya dokunduktan sonra Humeyra’nın az önce oturduğu sandalyeye dokundu ve genç kızın önüne oturmasını bekledi. Hizmetlilerden birisi çoktan saçlarına dokunmuş, diğeri de ellerine manikür yapmak için dizinin dibinde yer almıştı. 

“Gelinliğiniz geldi mi?”

Humeyra pervasızca omuz silkti. “Bilmem.” İlk defa gelinlik giyecek olmasına rağmen heyecandan eser yoktu kalbinde. Sadece çok endişeliydi. Blinmedik bir limanda, bilinmedik bir gemiyle, bilinmedik bir yolculuğa çıkıyordu. Geleceğin ona ne getireceğini bilmiyordu, sadece merhametli davranmasını diliyordu. 

Az sonra koşarak yanına gelen bir hizmetliye çevirdi bakışlarını. “Gelmiş, efendimiz. Gelinliğinizi prens hazretleri Paris’te diktirtmiş.” Şu kızın ışıldayan yüzünü bir yumrukla dağıtmak için büyük bir arzu duydu. Nasılda seviniyordu prensinden bahsederken. Halbu ki o adam yalancının tekiydi. 

Şu geçen iki hafta boyunca hörmet ve saygı görmenin ne anlama geldiğini anlamıştı. Bu hayatı boyunca erişemediği bir konumdu. Fakat milletin yüzündeki gülümseme kendisini ciddi anlamda rahatsız ediyordu. Bu lanet olası evliliğe sevinmeyen bir tek kendisiydi anlaşılan. 

“Tamam, çıkın dışarı. Gerisini kendim hallederim.” Dedi ve gelinliği alarak arka odaya ilerledi. Alelacele üstüne geçirdiği gelinliğe aynada bile bakmadan tekrar odasına döndü. Gelinliğin fermuarını zar zor çekmiş, ama arkasındaki küçük ipleri bağlayamamıştı. İçerde hizmetlilerin sübhaneke boncuğu gibi dizili olduklarını görünce dişlerini sıkarak onlara baktı. 

“Size çıkmanızı söylemiştim.”

“Ama majesteleri.”

“Çıkın dışarı dedim.” Diye bağırdı genç kız. “Bana sakat mışım gibi davranmayı kesin.”

“Ama prens hazretleri...”

“Onun canı cehenneme!” Diye, öfkeyle gürleyince hizmetliler sıçrayarak geri adım attılar. Dayakta yeseler, Humeyra hazır olmadan çıkmamaları için kesin emir almışlardı. 

“Çıkabilirsiniz.” Odada herkesin aşina olduğu bir ses yankılandığında hizmetliler başlarını kaldırmadan dışarı çıktılar. Humeyra da başını sesin sahibine çevirmişti ve çatık kaşlarla Khalil’i izliyordu. Genç adam ellerini göğsünde birleştirmiş ve kapıya yaslanarak, çekici bir şekilde sırıtmaya başlamıştı. Lanet olası şeyh, insanın nefesini kesecek şekilde yakışıklı olmuştu. 

“Müstakbel karımın sesi duvarları bile titretiyordu da bir bakayım dedim. Umarım bu huysuzluğunun nedeni bana olan özlemindendir.”

“Şeytan görsün yüzünü.” 

Khalil küçük bir kahkaha atarak genç kıza doğru yürüdü. Yüzündeki neşeye bakanda severek evleniyor sanarlardı. “Her şey oldu bittiye geldi.” Diye cırladı Humeyra. Oysa iki haftadır sarayın bütün çalışanları bir şeyi eksik etmemek için delicesine çırpınıyorlardı. “Daha flört bile edemedik. Resmen yabancının tekiyle evleniyorum. Çıldırmış olmalıyım.” Arkasını döndü ve fermuarını kapatmaya yeltendi. Ancak yine başarısız olmuştu. 

Humeyra çatlaklığından bir gram kaybetmemişti, fakat gözleri, görmeye dayanamadığı bir hüzün ve öfkeyle bakıyordu kendisine. Ömür boyu bu bakışların esiri olmaya dayanamazdı. Onun, kendisine sevgiyle bakacağı günlerin de olacağını telkin ediyordu kendi kendisine durmadan. Kehribar rengi gözlerin sevgiyle ışıldamasını büyük bir arzuyla bekleyecekti. Kendisi ona aşık değildi fakat sevilmeyi, her erkek gibi, o da arzuluyordu.

Genç kızın çaresizce çırpınışına şahit olunca elini nazikçe gelinliğin fermuarına götürdü ve Humeyra’nın titreyişini algılayarak yukarı çekti. Dudaklarına memnun olmuş bir gülümseme yerleşmişti. En azından vücutları birbirlerine çekiliyordu. Sıra küçük ipleri bağlamaya geldiğinde, ağır ağır işe koyuldu. Elinin altındaki tedirgin kadını dokunuşlarıyla etkileyebildiğine seviniyordu. 

“Dışarısı kalabalık mı?”

“Biraz.” Dedi Khalil, ipe son düğmesini attıktan sonra usulca genç kızın kulaklarına doğru eğildi ve parmak uçarıyla saçlarına dokundu. İpek gibi yumuşak saçları vardı genç kızın. Humeyra, Khalil’in dokunuşuyla rahatsız olmuş olacak ki ondan kaçarak uzaklaştı.

“Bana dokunmandan hoşlanmıyorum.”

“Bundan ömür boyu kaçamazsın.” Dedi genç adam. Sadece burnuna dolan kadınsı kokunun yayıldığı o saçları dokunmak istemişti. Bir anlık deli cesaretiyle yaptığı bir şeydi. 

“Khalil, ben hiçbir zaman senin karın olmayacağım ve beni zorladığın için bunu sana elbet ödeteceğim.” Humeyra’dan böyle sert bir tepki beklememişti. Bu, nedense öfkelenmesine neden olmuştu. Azıcık itaatkâr olmayı öğrenseydi, her şey daha kolay olacaktı, her ikisi içinde. O an ağzından çıkan kelimelerin kadını korkutacağını bilmeden konuşmaya başladı.

“Benden ne kadar nefret edersen et, bana saygı gösterecek ve itaat edeceksin! Gücümü görecek ve kabul edeceksin. Sen kabul etmesende, benim karımsın ve ben de senin efendinim!” Khalil, o an ne kadar barbar olduğunun farkında bile değildi. Doğunun sert tavrı ister istemez genç adamı ele geçirmişti ve şimdi de öfkeyle konuşuyordu. Ancak, gerçek buydu! Humeyra, inkâr da etse onun kadını olmuştu artık.

Genç kızın sessizliği üzerine “Birazdan seni almaya gelirim.” Dedi ve dışarı çıktı. İki haftadır ona bu evliliğin gerçekleşeceğini anlatıp durmuştu. Ancak Humeyra her seferinde onu bu karardan vazgeçirmeye çalışmıştı. 

Khalil odayı terk ettikten sonra odaya bir hizmetli daha girdi ve saçlarına sade, ama şık bir topuz yaptıktan sonra duvağını takıp, genç kızın isteği üzerine, dışarı çıktı. Humeyra içini saran korkunun onu ele geçirmesine izin vermeyerek balkona çıktı. Bahçe insan kaynıyordu. Az sonra o insanların içine çıkacak ve bağlılık yemini edecekti. Khalil’in kesin bir tonla söylediği o kelimelerden sonra kalan cesareti de yok olmuştu. Ya Khalil’de ona kaba kuvvet kullanırsa? Ömrünü dayak yiyerek geçirmek...Korkutucuydu. 

“Humeyra.”

Genç kız o an çaresizlikten gözlerinden akan yaşları sildi ve Khalil’e döndü. Khalil, balkonda duran kadının zarifliğinden etkilenmiş ve heyecanla ona doğru yürümeye başlamıştı. Tek başında balkonda duruyordu; kimsesiz bir çocuk gibi, yapyalnız. Oysa artık bir kocası vardı, ona daima sahip çıkacak.

Khalil, Humeyra’nın yaşlı gözlerini görünce kaşlarını itinayla çattı ve ona doğru yürüdü. “Ne oldu? Neden ağlıyorsun? Biri bir şey mi dedi? Baban mı geldi?”

“Yok, hayır.”

“O zaman neden ağlıyorsun?”

“Mutluluk gözyaşları döküyorum.” Dedi Humeyra başını eğmiş bir şekilde. “Bir şeyim yok. Evleniyorum. Mutlu olmam gerekiyor, öyle değil mi?” İri bir damla fayansa damladığı an genç adam öfkeyle yanına vardı ve genç kızın çenesinden tutup başını yukarı kaldırdı. “Bir daha sakın başını eğme.” Öfkesi kendineydi aslında. Humeyra’nın iki haftadır kahrolduğunu görebiliyordu. Buna rağmen ona çok kaba davranmıştı.

“Mutlu olmam gerekiyor....Ama değilim. Ne kadar tuhaf değil mi?” İri iri, iki tane elmas gibi ışıldayan damalar yanaklarından aşağı yuvarlanıyordu. Khalil’in içi cız etmişti. İlk defa onun ne kadar tedirgin olduğunu görebiliyordu. Meğer bütün huysuzluğu bu yüzdenmiş. Bu aptal resmen korkuyordu. 

Şevkatle gülümseyerek ona baktı. “Mutlu olman için elimden ne geliyorsa yapacağım.”

“Ama korkuyorum. Ya beceremezsen?” 

Khalil güldü. Şu haliyle bile kendini beğenmiş tavrından vazgeçmiyordu. 
“Ben bir prensim. Prenslerin yapamayacağı şey yoktur.” Dedi ıslanan yanakları işaret parmağının tersiyle silerken. Gözleri yaşların içinde yüzünce dayanılmaz bir güzelliğe bürünüyordu bu kadın. 

Humeyra burnunu çekti. Karşısındaki adamı ne kadar etkilediğinden bihaber derin bir nefes aldı. İçi titriyordu. Kaşları yeniden ağlayacakmış gibi bükülmüştü. Öyle çaresizdi ki. Khalil’in onu birden kollarının arasına almasıyla şaşırdı ancak kedi gibi kırvıldı onun göğsüne. Burası çok güvenli geliyordu şu an kendisine. “Korkma.” Dedi genç adam şevkatli bir ses tonuyla. “Sen istemediğin sürece, sana elimi bile sürmeyeceğim.”

“Söz mü?”

Khalil başını geriye attı ve umutla gözlerinin içine bakan genç kadına baktı. Dudağının kenarı hafifçe yukarı kıvrılmıştı. Elini kaldırdı ve sevgiyle onun yanağına dokundu. “Ben sandığın kadar barbar değilim, güzelim.”

“Söz vermedin.”

“Söz. Sen istemeden, sana asla dokunmayacağım.”

“Peki. Şimdi çekileyim öyleyse.”

“Biraz daha dokunabilirsin! Bu çok rahatlatıcı.” Genç adam bu samimi itiraf üzerine gülümsedi ve baş parmağını çenesine dokundurdu. “Gamzen var.” Humeyra, bir müddet Khalil’in kendisine dokunmasına izin vermişti. İçindeki telaşı anca bu sayede yatışıyor gibiydi. Biraz daha ona sokularak, Khalil’in dudaklarına yaklaştı. Genç adam usulca eğildi ve ellerinin altında duran kadının çenesine, tam gamzesinin üstüne ufak bir buse bıraktı. Oradan burnunu, oradan da alnını öptü ve Humera’yı tekrar sıkıca sardı. En son istediği şey, genç kızın kendisine korkmasıydı. Humeyra artık bir prense eş olmuştu. Korkak değil, cesur olmalıydı. Gerçi o gördüğü en cesur kadındı. 

“Makyajını tazele de aşağıya inelim.”

Genç kız o sıcaklıktan isteksizce geri çekildi ve kaşlarını çatarak Khalil’e baktı. “Senin yüzünden makyajım aktı.” Diye homurdanarak içeri girdi. Genç adam ise onun bir kuğu gibi süzülüşünü izledikten sonra, bakışlarını bahçeye çevirdi. Zorlu bir yolculuğa çıkıyorlardı. Allah yardımcısı olsundu!

******
Kol kola bahçeye indiklerinde yüklü bir alkış koptu. Herkes bu çifti beğeniyle süzüyor ve içlerinden mutlu olmaları için dua ediyorlardı. Prensin mutluluğu, halkın mutluluğuydu. Genç adam kolundaki kadını güven verircesine tutuyordu. Aslında o önden, Humeyra’da arkasından gelmesi gerekiyordu. Gelenekler böyle olmasını daha uygun görse de, genç adam karısının da onunla aynı derecede olduğunu ıspat etmek ister gibi yanı başından ayırmamıştı. 

Humeyra, gördüğü ilgiden dolayı şaşırmıştı. İlk anda dudağında eğreti duran gülümsemesi, şimdi istekle yapışmıştı dudaklarına. Artık daha rahattı, üzerinde gerginliği genç adam az evvel almıştı. Khalil’in isteyince ne kadar duyarlı bir adam olabildiğini görmüştü. Fakat bu demek değildi ki, genç adama kök söktürmeyecek!

Onu delirtmek için elinden geleni yapmaya hazırdı. Fakat öncelikle genç adamın düşüncelerini düzeltmeliydi. Gelinliğinin fermuarını çektikten sonra hoşlanmadığı kelimeler söylemişti sivri dili. “Khalil?”

“Efendim güzelim.”

“Senden nefret etmiyorum.” Bir an bakışıp, yollarını devam ettiler. “Ama hâlâ kızgınım, bilmiş ol. Ve bu yüzden benden çekeceğin var. Ona göre oturalım nikah masasına. Sonra uyarmadı deme.”

“Hevesle bekleyeceğim.”

Humeyra’nın o an ki gülümsemesi kırmızı alarm gibi bir şeydi. ‘Sen görürsün’ dermiş gibi bükülmüştü dudakları. Alkışlar eşliğinde nikah masasına oturdular. Babası, Sultan nikah kıyılmadan evvel bir konuşma yapmış ve çocuklarının mutlu olmalarını dileyen bir iki söz söylemişti. “Umarım vatana, millete hayırlı bir evlilik olur.” Diyerekte sonlandırmıştı sözlerini. Sonrasında evetler söylenmiş, imzalar atılmıştı. Humeyra var gücüyle ayakkabısının topuğuyla Khalil’in ayağına bastığında tekrar göz göze gelmişlerdi. “Bu sadece başlangıç kocacığım.”

Khalil ise sadece gülümsemişti bu tepkiye. Batıda olan saçma sapan gelenekler canını yakamazdı. 

Düğüne bir sürü insanlar katılmıştı. Bakanlar, aktörler, hatta yurt dışından bile hatrı sayılır misafirleri vardı. Hepsini teker teker selamladıktan sonra nihayet genç kızın da beklediği misafir gelmişti. 

“Megan Teyze.” Dedi ışıldayan gözlerle. Kadına doğru yürüdü ve hevesle sarıldı. “Çok sevindim geldiğine.”

“Tatlım kusura bakma, en erken bu kadar oldu.” Kadın geri çekildi ve genç kızı bir annenin kızını süzdüğü gibi süzdü boydan boya “Harika görünüyorsun.”

“Teşekkür ederim.” Humeyra Khalil’e döndü ve onları tanıştırdı. “Bu Megan Teyze. Annemin en yakın arkadaşıydı. Ben sokakta kaldığımda beni evine aldı, hani bahsetmiştim ya.”

“Memnun oldum.” Diyerek kadının elini sıktı. Onun, eski sevgilisinin annesi olduğunu bildiği halde buna değinmemeyişi Humeyra’yı inanılmaz mutlu etmişti. Geçen zamanda Megan Teyze ile biraz daha muhabbet ettiler ve eski günleri yad ettiler. Kadının büyük bir heyecanla annesinden bahsetmesi Humyera’nın aldığı en güzel düğün hediyesi olmuştu. Ayrıca oğlundan bahsetmemesi de çok büyük bir incelikti. O, mecburen aklında sadece tatlı bir anı olarak kalacaktı bundan sonra.

Davetliler birer ikişer çekilmeye başladığında gelinle damatta odalarına çekildiler. Bu gece uzun olacaktı. Belki de en uzun ve en zor gece olarak hatırlayacaktı genç kız. Artık evliydi, bir adama bağlıydı ve nihayet sahiplenilmişti. Bu sahiplik sevgisiz de olsa..

******
Sabah gözlerini ilk açan Humeyra oldu. Üzerinde tatlı bir yogunluk ve başında kesif bir ağrı vardı. Gözleri yarı açık yarı kapalı ellerini şakaklarına götürdü ve hafifçe ovdu. Kollarını kaldırdığında üstünü örten ipek kumaş parçası hafif aşağı kaymıştı. Çıplak tenini örten kumaşın verdiği güzel his yataktan çıkmaması için ona yalvarır gibiydi adeta. Rahat bir mırıldanma eşliğinde yan döndü ve Khalil’i gördü. Mışıl mışıl uyuyordu sevgili kocası. 

Humyera’nın dudaklarında süs gibi duran o rahat gülücük bir an da soluvermişti. Khalil’in üstü çıplaktı! Gözlerini yuvarlarından fırlayacakmış gibi açtı ve hemen aşağıya, çarşafın altında gizlenen bedenine baktı. Aman Tanrım! Çırılçıplaktı! Kalbi gümbür gümbür atıyordu. Elleri titreyerek çarşafı biraz daha kaldırdı ve gözünün ucuyla genç adamın bedenine baktı. Bu olamazdı! Yüce İsa, Khalil’de çırılçıplaktı. Çarşafı eli yanmış gibi geriye bıraktı ve yerinden doğrulduğu gibi çığlığı bastı.

“Aaaaaaaaaaaaaaaaaa..”

Bölüm sonu. Eheheh gece ne oldu acaba? Hiç iyi şeyler olmamış anlaşılan, deprem olmuş sanırım Yorumlarınızı büyük bir merakla bekliyorum.

Asi GelinHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin