Dejavu.
Aklına gelen tek kelime buydu zindanda öylece otururken. Belki tekrar tekrar aynı duruma düşmek de hayata dahildi. Saat bile dönüp dolaşıp aynı yere geliyor, mevsimler bıkmadan, sırasıyla dönüyorlardı dünyanın peşinde. Hüznün bile tekrarı vardı. Kim bilir, belki de hayat başlı başınca bir kısır döngüydü. Mutluluktan hüzne, hüzünden mutluluğa koşuyordu insanoğlu daima.
Dünden beri midesine tek lokma bir şey inmemiş, dili damağı tek damla su görmemişti. Dizlerini yukarı kırmış, ellerini de bacaklarına dolamıştı ve o halde, boş boş karşıki duvara izliyordu. Sanki o soğuk, taş duvar kocaman bir ekrandı ve kendi hayatını orada izleyebiliyordu.
Çok değil, aylar önce deliler gibi çalışır, deyim yerindeyse köpekler gibi yorulur ama yine de çılgınlar gibi gezer tozardı. Kimse bir erkekle konuştuğu için onu zindana atmaz ve delice bir korkunun kollarına itelemezdi. Hiç kimse kahkaha atmasına karışmaz, biraz fazla güldüğünde onu uyarmazdı. Karışanı, kızanı yoktu ve şimdi her şey tersine dönmüştü. O zamanlar çalışıp, delice yorulduğu için bıkkınlık yaşarken şimdi de bütün gün evde oturup, uyum sağlamaya çalıştığı hayattan bıkmıştı.
Eğri olan her şey göze batardı. Humeyra da bu ülkeye, bu insanlara göre eğriydi. Doğrulmaya çalışıyor ama en ufak hatası bile akıl edemeyeceği sonuçlar doğuruyordu. Akılsız başın cezasını bütün bedeniyle, hatta ruhuyla ödüyordu. Zoraki evlendiği bu adamla yalnızlığından kurtulmayı umut etmişti oysa. İlk defa annesi öldükten sonra bir yere ait olmuştu. Ama şimdi alışılageldiğinden de öte bir yalnızlık hissediyordu. Bir yere aitti ama yalnızdı.
Fazla heyecanlanmıştı Arthur'un gelmesine. Ah şu özlem, bal gibiydi. Ama fazlası acıydı işte. İçindeki duygunun çıldırmışcasına bir özlem olduğunu şimdi şimdi anlıyordu...
Zindana girdiği günün akşamı Sultan tarafından yönlendirilmiş Haroon ile geriye çıkmıştı ama arkadaşının durumundan bihaberdi. Kim bilir Arthur'a ne işkenceler ediyorlardı. Başını, kollarının arasına gömdü ve sıkkın bir nefes soludu burnundan.
"Ah Humeyra, ahhh." Diye söylendi kendi kendisine. Arthur'un başını yakmıştı!
Demir kapıdan sesler gelmeye başlayınca sıçrayarak doğruldu. Az sonra devasa, ağır kapı açıldı ve içeriye Haroon girdi. Humeyra anında yerinden fırlamıştı. "Bir gelişme mi var?" Dün akşam bu adam tarafından, özürler eşliğinde, Sultan'ı dahi görmeden zindana atılmıştı ve şimdiye dek de akibetini beklemişti. Haroon'un iyi haberler getirdiğini umuyordu. Humeyra hep umuyordu. Ümit etmek onun için bir yaşam tarzıydı. Çünkü ancak böyle güçlü kalabiliyordu.
"Sultan ve Prens hazretleri sizi huzurlarına bekliyor."
Soluk benzi bir gülümseme ile renklendi. Gül yanakları daha bir belirginleşmişti kocasının adını duyunca. "Khalil geldi mi?" Ama kaşları çatılmıştı. "Ne zaman?"
"Sabah ezanında. Gidelim mi efendimiz?"
Humeyra usulca başını salladı. Khalil sabahın kör vaktinde buraya gelmiş ama yanına bile uğramamıştı. Hoca çoktan günün üçüncü ezanını okumuştu, öyleyse akşam olmuştu. Yutkundu. Muhtemelen Khalil de çok kızgındı.
Çekinik adımlarla kendisini bekleyen adama doğru yürüdü. Midesi ağrıyordu korkudan. Beraber koridordan geçtiler ve sarayın üst katına çıkan merdivenleri tırmandılar. Haroon önde, Humeyra da arkasındaydı. Normalde, prensin eşi olarak onun önde olması lazımdı ama artık o değeri de kaybetmişti sanırım.
Büyük Salona doğru giderlerken Haroon'un yanına yetişti ve başını ona çevirdi. "Beni öldürecekler mi, Haroon?" O kadar korkmasına rağmen sesi oldukça düz çıkmıştı ama gözlerinde korkunun her tonu ışıldıyordu. Huzursuzluğu, birbirine doladı parmaklarından belliydi. Onlar her saniye birbirine sımsıkı dolanıyor ve hemen ardından serbest bırakılıyordu.