Yeni hikayem Love With A Muggle'a da bir göz atarsanız çok sevinirim aslında..
-
Malfoy malikanesinin kalın duvar ve döşemeleri arasında bulunan herkes, Karanlık Lord'un odaklanabilmesi için sessizliğe gömülmüştü. Zaten ilk Hogwarts savaşından sonra başlarına iş açan büyük kayıplar verdikleri için ölüm yiyenlerin en önemli isimleri eksilmişti. Bu nedenle sessizliğin sağlanması hiçbir zaman zor olmuyordu.
Voldemort, soluk teni, titrek elleri ve güçten düşmüş bedeni ile masanın en başına oturmuştu. Parmakları şakaklarına sabitlenmişti, ölümü andıran gözlerini kapatmıştı ve uzun süredir kullanmadığı güçlerini aktifleştirmeye çalışıyordu.
Masadaki tek eksik kişi şu an için Narcissa Malfoy'du. Fakat onu bekleyecek kadar zamanı yoktu Voldemort'un. Etrafındaki insanları tamamen yok sayarak girmeye çalıştığı zihne odaklanmıştı, bu kadar beklediği bile yeterdi. O iki haini hala bulamıyor olması sinirlerine dokunuyordu.
"Hermione Granger'ın zihni.. Çok, çok garip.." Soğukkanlılığı ile kurduğu cümleler bile öfkesini diğer ölüm yiyenlere yansıtırken, Karanlık Lord kaşlarını çattı ve gözlerini kapalı tutarak odaklanmaya devam etti.
"Bir şey tarafından girmem engelleniyor..."
"Nerede olabilir?!" Bir anda yükselen tok sesi tüm malikanede yankılanırken gözlerini hiddetle açtı ve diğer ölüm yiyenlerin suratına baktı sırayla. Hepsi korkmuş görünüyordu.
"Efendim, belki de Draco ona bir çeşit koruma büyüsü yapmıştır." dedi Ölüm Yiyen'lerden biri.
"O zaman.." Voldemort yeni bir hırsla tekrar gözlerini yumduğunda, bu sefer daha farklı şeyler hissediyor gibi başını sallamaya başladı. Biriyle iletişim kuruyor olmalıydı."Kızı bilmiyor olsam da senin nerede olduğunu görebiliyorum."
Göz kapaklarını yeniden araladığında, saf öfkenin yanında artık zafere ulaşmış bir ifadeyi de barındırıyordu bakışları. Yapmıştı, sonunda güçlerini az da olsa toparlayıp en azından birinin nerede olduğunu bulmuştu.
"Önce ihanet edenlerle yüzleşmemiz gerekir.. Değil mi?"
-
Bölüm şarkısı, Alan Walker - Faded
Küçük havalandırma borusundan içeri sızan güneş ışığı, sabah saatlerine göre hala karanlık görünen odayı biraz olsa da aydınlatıyordu. Hatta kış mevsimi olduğuna bakılırsa bu kadar yoğun bir güneş ışığı her zaman görülmeyecek türdendi.
Draco, gözlerini tüm sırtını ağrıtan sert zeminde açtığında ağrıya rağmen birkaç dakika boyunca boş boş tavanı izledi, ne zaman uykuya daldığını bile bilmiyordu. Yüzü hala kan izlerini taşıyor olmalıydı ve üstü de dünden daha kirliydi, fakat en azından kısa bir uyku çekmek onu ısıtmıştı, gece üşüdüğü kadar üşümüyordu.
Oda geceden beri o kadar sessizdi ki, insan burada bir günden fazla durduğu zaman kesinlikle delirirdi. Akıl hastahanelerinde de böyle mi yapılıyordu? İnsanları düşünceleriyle yapayalnız bırakıp delirmelerini sağlayarak cezalandırmış mı oluyorlardı?
Son hatırladığı şey, kolundaki saatin içine gizlenmiş geçmişin en güzel zamanlarına kısa bir dönüş yapmasıydı, şimdi ise kafasında oluşturduğu hayal dünyası toz olup giderken acının tam ortasına düşmüştü, tekrar.
Hızla doğrulup ellerini saçlarından geçirdi Draco Malfoy. Etrafında ona her zaman diğerlerinden üstünmüş gibi muamele yapan arkadaşlar, her cümlesi kibirden ibaret olan bir baba veya her türlü ihtiyacı için burnunun dibinde dört dönen insanlar olmayınca kendisini gerçeklerle yüzleşirken bulmuştu. Artık yalnız kaldığı her dakika kalbinin sesini dinliyor olması diğer düşüncelerini engelliyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
THE CHOSEN ONE | dramione
Fanfiction"Biliyor musun," dedi Draco, başını eğip yüzünü Hermione'nin omzuna saklarken. Sesi cümlenin sonuna doğru boğuklaşmıştı. "Çok güzelsin. Yemin ederim ki öylesin." - Altın üçlünün gözdesi Harry Potter'ın seçilmiş kişi olmadığını fark etmeleri Hogwarts...