Godric's Hollow, 1980
"Harry, bak baba ne almış!" dedi Lily Potter, James'in getirdiği büyülü oyuncak ayıya bakarken.
James gülerek çocuğu kucağına aldığında Lily'nin hemen yanında oturan diğer bebeğin küçük bir kahkahası duyuldu.
Lily de küçük kızı kucağına alarak ayağa kalktı ve James ile Harry'e yaklaştı. Daha çok kızla konuşur gibi bir hali vardı. "Harry'i sevdin, değil mi? Beraber büyüyeceksiniz."
"Tabii ki sevdi. Şu tipe bak, nasıl sevmesin?" dedi James kucağındaki Harry'e bakarak.
İki bebek de gülerek James ve Lily'nin onlarla ilgilenmesinin keyfini çıkarıyor ve bundan memnun görünüyorlardı.
James asasıyla Harry ve küçük kız için havada desenler çizerken çocukların kahkahaları evin içinde yankılanıyordu. Ne de huzurlulardı.
Kızın başka ailesi yoktu ve sahip çıkmalıydılar, en azından bir aile ortamında büyümeliydi ve korunmaya herkesten fazla ihtiyacı vardı.
Ayrıca Lily onu ailesi öldürülmeden önce de çok severdi. Kucağındaki kızın saçlarını okşayarak gülümseyen kadına baktıkça ne kadar doğru bir karar verdiklerini kendisine bir kez daha hatırlatıyordu James.
Kimseden bir daha kaçmak istemiyordu, küçük kızı da kabullendiklerine göre harika bir aile olabilirlerdi.
Buna inanıyordu.
-
Ele geçirdikleri yoldaşlığın odalarından birinde Lord Voldemort, yanındaki diğer ölüm yiyenlerin yüzlerine teker teker bakarken boşa harcadığı uzun yılları düşündü. Bu onun için bir şey ifade etmiyordu; asıl sorun, bir ölümsüz olmasına rağmen artık ölüme en yakın kişilerden biri olmasıydı. Yok olmayan hortkuluğu kalmamıştı.
Ona göre ölüm, çok derin bir kavramdı. Duyguları yıllar önce kapanmasına rağmen duygusal acının yanında hiçbir fiziksel acının da onu öldüremeyeceğini düşünüyordu Tom Riddle. Geçmişte aldığı bazı hasarlar yüzünden kendini bu kadar kötü olmaya adamıştı. Ölümsüzlük ise onun için bir şarap gibi olmalıydı. Zaman geçtikçe değer kazanan bir kavram.
Uzun yemek masasına ölüm sessizliği hakimdi. Verilen onca kayba rağmen masada oturan herkesin kafasında olan bir düşünce onları yiyip bitiriyordu. Nasıl böyle bir hatayı görmezden gelebilmişlerdi? Tozlanmaya yüz tutmuş parkelerin üzerinde en ufak bir ses bile yoktu. Voldemort'un aniden değişen yüz ifadesi ve eş zamanlı olarak kahverengi ahşap masaya inen yumruğuyla tüm gözler onun gözlerine sabitlendi.
"Bunca zamandır bunu nasıl fark edemedim!" Oturduğu sandalyeden kalkıp Lucius'un yanı başına ilerledi ve bir anda boğazını ellerinin arasına aldı. Gözleri, hiç bu kadar karanlık bakmamıştı.
"Biliyor muydun Lucius? Harry Potter'ın seçilmiş kişi olmadığını benden önce biliyor muydun?"
"Hayır, Lord'um. B-ben nasıl anlayabilirdim ki?" Lucius Malfoy iliklerine kadar hissettiği korkuya rağmen sakin olmayı denedi ve zorlukla konuştu. Karanlık Lord artık eskisi kadar güçlü değildi. Yok edilen tüm hortkuluklar sebebiyle güçlerinin bir kısmını yitirmişti. Fakat bu hala tehlikeli olduğu ve Lucius Malfoy'un ondan korkması gerektiği gerçeğini değiştirmiyordu.
Karanlık Lord zihnindeki tüm taşlar yerine oturmuşcasına bir süre düşündü ve gözlerini Lucius'un hemen solunda oturan Draco Malfoy'a dikti. Ayrıntıları yeni fark ediyordu, her şey yerine oturmuştu. Bundan sonra eskisi gibi olana dek en güçlü kadavra lanetini yapamayacaksa onun yerine bir başkası yapabilirdi, en azından hala zekasını kullanabiliyordu. Vakit kaybedemezdi, güçlenmesini beklemek epey zaman alacağından bunu tam da şu an yapması gerektiğini biliyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
THE CHOSEN ONE | dramione
Fanfiction"Biliyor musun," dedi Draco, başını eğip yüzünü Hermione'nin omzuna saklarken. Sesi cümlenin sonuna doğru boğuklaşmıştı. "Çok güzelsin. Yemin ederim ki öylesin." - Altın üçlünün gözdesi Harry Potter'ın seçilmiş kişi olmadığını fark etmeleri Hogwarts...