Son 12 saattir, yoldaşlığın yemek masasından ayrıldığı andan beri kendini değişmiş hissediyordu.
Bir insanı değiştiren en önemli şey nedir, diye sordu kendine. Hayata dair bir amacı olmayan sıradan insanlar için değişmenin anlamı çok büyüktü. Değişmek kişinin hayatına giren herhangi bir şeydir, diye düşündü. Yaşamına kattığı yeni bir insan, yeni bir düzen, yeni bir sorumluluk veya uğruna çabalanacak bir şey değiştirirdi insanları.
Draco Malfoy, yağmaya devam eden yağmur yüzünden komple çamura bulanmış çimenlerin üzerinde botları ve onu ıslanmaktan koruyan büyü yapılmış uzun paltosu ile malikaneye yürümeye devam ederken bunları düşünüyordu. Önceden fazla düşünmezdi, detaylara takılıp kafasını bulandırmazdı. Fakat şimdi, üstüne bindirilen onca yük göğüs kafesine baskı yapıyordu.
Hayatına herhangi bir şeyden çok daha fazlası girmişti ve bu onu bir anda değiştirmişti.
Sadece eskisi gibi bir görev, lanet olasıca saçma bir görev. Yap ve bitir.
Başladığı işi bir adım ileriye bile götürememişti altıncı sınıftayken. Hogwarts'ın duvarları arasında eğitim almaya devam ederken girdiği bu cehennemde, ondan katil olması istenmişti. Her şey harika giderken yine beceriksizliği yüzünden Dumbledore Snape'in asasından çıkan lanet sonucu ölmüştü.
Beceriksizlik?
Doğru tanım, isteksizlik olmalıydı. Draco Malfoy katil olmaya zorlanmış bir çocuktan fazlası değildi o zamanlar. Şimdi ise, her zaman beklediği fırsat ona altın tepside sunulmuştu. Kendini buna inandırmaya çalışsa da kalbi hala bir katil olma düşüncesi altında eziliyordu.
Hızlanan yağmur ile birlikte paltosunun yakalarını yukarı çekti, yüzüne düşmüş olan sarı tutamı arkaya attı, hızlı adımlarla vardığı malikaneye okyanus mavisi gözlerini kısa bir süreliğine dikti ve kafasındaki tüm düşünceleri silip attı. Görev tamamlanacaktı. Bu sefer, bir katil olacaktı.
Hermione Granger ölmeliydi ve Draco Malfoy, bunu duygularını kapalı tutmaya devam ederek büyük bir sakinlik içerisinde yapacaktı.
-
"Bal kabaklı çöreklerden de alın." Molly Weasley, sabahın erken saatlerinde ortama yayılmış negatif enerjiyi çekmek istercesine masaya koyduğu hoş kokulu çörekleri çocukların önüne doğru sürükledi fakat Galler kekinden bile bir dilim yiyen dörtlü -Ron bile- ve George çoktan doymuştu.
"Ben biraz alabilirim." Arthur Weasley hala okumayı bırakamadığı gelecek postasını katladıktan sonra gülümseyerek elini sıcak çöreklere uzattı. Gülümsemesi çocukların ve eşinin kalbini ısıtsa da, masada olması gereken diğer kişilerin oluşturduğu boşluk hala buz gibiydi.Yüzüne taktığı mutlu bir adam izlenimi veren maskenin altında kim bilir ne güneşler batıyor, ne fırtınalar kopuyordur diye düşündü Hermione.
Sirius Black, Remus Lupin, Nymphadora Tonks ve Fred Weasley'nin ölümünden sonra kovukta bulundukları her saniye fazlasıyla anlamsız, fazlasıyla acımasız geliyordu her birine. George'un aynalar önüne geçip kendi kendine konuştuğu dakikalar, Harry'nin Black, Lupin ve Tonks'un oturduğu koltuklarda tek başına sabahı getirdiği geceler, Ginny ve Ron'un George için ne yapsalar da eski neşesini kazandıramadıkları gerçeği, Molly Weasley'nin bir daha asla Fred'in ismini George ile karıştırmaması ve nadiren de olsa maskesini indiren Arthur Weasley'nin bazı geceler tahta kapının ardından duyulan ağlaması ile Molly'nin onu teselli etmeye çalışması. Son bir haftanın özeti buydu. Herkes neler hissettiklerinin, neler yaşadıklarının farkındaydı fakat tek yapabildikleri maskelerinin ardındaki yüzlerini birbirlerine göstermeden dakikaları, saatleri, günleri geride bırakabilmekti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
THE CHOSEN ONE | dramione
Fanfiction"Biliyor musun," dedi Draco, başını eğip yüzünü Hermione'nin omzuna saklarken. Sesi cümlenin sonuna doğru boğuklaşmıştı. "Çok güzelsin. Yemin ederim ki öylesin." - Altın üçlünün gözdesi Harry Potter'ın seçilmiş kişi olmadığını fark etmeleri Hogwarts...