Çook uzun zamandır yazmıyordum ve bu uzun aranın ardından gelen 1000 kelimelik bölümün kısa olduğunu biliyorum. Ama artık yazmadığım için linç yemek istemiyorum:DD
Yorum ve oylarınızı eksik etmezseniz sevinirim:3
-
Nefes almak.
Hermione'nin birkaç haftadır gerçekleştirebildiği tek şey buydu. Günlerdir ciğerlerini dolduran o laboratuvar kokusundan başka bir koku çekmemişti içine. İki farklı ses tonundan ve makinelerin çıkardığı çeşitli cızırtılardan başka bir şey duymamıştı. Vücudu tarif edemeyeceği türden, beklenmedik acılar çekmişti. Sadece canlıydı ve nefes alıyordu, ama buna yaşamak denemezdi. Onu canlı tutan gerçeklik ise Charles ve Tony'nin orada olması değil, hislerinin onu yanıltmayacağı düşüncesiydi.
Şimdi sırtını laboratuvarın en uç duvarına yaslamış, yanında otursa da biraz mesafeli olan Draco Malfoy'un varlığını hazmetmeye çalışıyordu. Varlığını ve az önce yaşananları.
Charles ve Tony'nin mide bulandırıcı cesetlerini görse de bunu çabuk atlatmıştı. Çünkü bu bir cinayet olsa bile günlerdir maruz kaldığı acıların daha iyi bir intikamı olabileceğini düşünmüyordu. Ne olacaktı, onları ömürlerinin geri kalanını geçirmek adına Azkaban'a atıp ruh emicilere mi teslim edeceklerdi? Bakanlık Voldemort'un adamları tarafından görevlendirilip Draco ile kendisini ararken bir de teslim mi olacaklardı?
Her türlü, olması gereken buydu. Kendilerini kurtarmak için kimseye zarar vermedikleri dönemi çoktan geçmişlerdi. Tabii, Charles ve Tony iç organları dışarı fırlamış bir halde değil de avada kedavra laneti ile öldürülmüş olsalar daha iyi olabilirdi.
"Şimdi sen," dedi Hermione bir saat gibi gelen sessizliği bozarak. "Düşünce gücüyle onları öldürdün, öyle mi?"
"Öyle."
Draco on dakika önceki sert ifadesini yüzünden indirmiş, tamamen kafası karışmış bir ifadeyle ileriye bakıyordu. Hermione cesetleri görmemeleri adına Draco'nun getirdiği asasıyla laboratuvarın ortasına taş bir duvar örmüştü.
"Ne zamandan beri düşünce gücüyle bir şeyler yapabiliyorsun?"
"Gerçekten bilmek istiyor musun?"
"Evet."
"Rüyana girdiğimden beri. Godric's Hollow'da her şeyin başladığı gün."
Hermione bir an afalladığını hissetse de böyle bir cevap bekliyordu zaten. Voldemort kendisini öldürmek üzere Draco Malfoy'u görevlendirdiğinden beri onda birtakım farklı sezgi ve güçler olduğunu biliyordu. Çünkü anıları zihnine yeniden yerleştiği zaman, okul yıllarında Draco'ya dair böyle bir şey hatırlamamıştı.
"Bir ucube olduğumu düşünüyorsun."
Hermione, genç adamın soğuk bir kahkaha ile söylediği fakat içinde kırgınlık ve öfkeyi de barındıran ses tonunu duyduğunda oturduğu yerde irkildi. Sırtını yasladığı duvar şimdi ona buz gibi geliyordu.
"Hayır." dedi kararlı bir sesle. "Beni kurtardığın şu iğrenç makineleri görüyor musun? Onların koca bir ay boyunca hiçbir işe yaramadığını zannetmiyorsundur umarım. Çünkü vücuduma sürekli bir şeyler verip durdular ve ne oldukları hakkında hiçbir fikrim yok. Beni değiştirebilir, gücümü artırıp azaltabilir, veya tüm dengemi bozabilir. Önümde böyle kötü ihtimaller varken seni ucube olarak göreceğimi mi düşündün?"
Draco belli etmemeye çalışsa da göğüs kafesinde ortaya çıkan tuhaf bir duygu filizinin tüm vücuduna yayıldığını hissetti. İsmini koyamıyordu, neye benzediği hakkında da bir düşüncesi yoktu fakat bakışlarını yanında oturan kıza çevirdiği zaman, gözlerindeki güven verici derinlik onu kendine getirdi.
Güven. Hermione Granger'ın ona aşıladığı şey buydu ve güven aşkın ilk adımıydı.
Sırtını duvarda biraz daha sağa kaydırıp ona yaklaştıktan sonra, içinde kendine hakim ol diye bağıran sesi dinleyerek duraksadı. Gözlerini önce Hermione'nin dağılmış, kabarık saçlarında gezdirdi. Sonra laboratuvarda iyice beyazlayan, biraz da soluk teninde. Daha sonra insanı içine çeken bir koyulukta olan gözlerine takıldı bakışları. O koyu gözlerdeki ifade öyle anlamlı geliyordu ki Draco'ya, daha önce neden uzun uzadıya bakmadığını düşündü. Okulda bile böyle bir an yaşamamışlardı.
Hermione ise uzuvlarını yeniden kullanabilmesine karşın kilitlenmiş gibiydi. Ne kadar çirkin göründüğünü düşündü. Vücudu uzun süre duş almamasına rağmen temizdi, Charles ve Tony'nin becerebildiği en iyi büyü bu olmalıydı fakat temiz olduğu düşüncesi bile şu an ne kadar kötü göründüğünü kafasından atmasını sağlamıyordu.
"Biliyor musun," dedi Draco, başını eğip yüzünü Hermione'nin omzuna saklarken. Sesi cümlenin sonuna doğru boğuklaşmıştı. "Çok güzelsin. Yemin ederim ki öylesin."
Ve birkaç dakika önce Draco'nun içinde filizlenen duygunun aynısını Hermione de hissetmeye başladı. Tam göğüs kafesinde. Nasıl olduğuna anlam veremese de onun söylediği en ufak bir cümle bile içini rahatlatıyordu.
Hermione bir elini platin sarısı saçlara götürürken, öbür eliyle Draco'nun çenesini nazikçe tutup başını kaldırmasına yardımcı oldu. Okyanus kadar derin bakan mavi gözleri görmek, göğüs kafesindeki duygu birikimini daha da güçlendirmişti. Yüzünün yandığını hissetse de anın sihri yüzünden hiçbir şeyi düşünemez olmuştu.
Draco ise Hermione'nin dokunduğu her yerde hiç alışık olmadığı değişik titreşimler hissederken, dudaklarını yaladı. Bir karışlık mesafeden bile daha yakınında olan Hermione de dudaklarını yaladığında, boşluğu kapatarak sevgiye aç bir çocuk gibi öptü onu. Bir kez daha, bir kez daha ve bir kez daha..
Şimdi iki taraf da çok nazik davranıyordu birbirine. Çok şey yaşamışlardı ve birbirleriyle olan her teması, yaşananların açtığı yaraları da kapatıyordu sanki.
Hermione kollarını bugüne kadar gördüğü en güçlü adamın boynuna dolarken uzun zamandır içine çektiği laboratuvar kokusunun ve sırtındaki soğukluğun bir anda kaybolduğunu hissetti. Sadece Draco'nun varlığını hissediyordu. Dudaklarının hafif ıslak bir şekilde ve ahenkle dudaklarında gezinmesinin verdiği mutluluğu yaşıyordu.
Birkaç dakika sonra ayrılıp derin birer nefes aldıklarında, her ikisi de gülümsüyordu. Bu mutluluğun yarın laboratuvardan ayrılana kadar sürmesi için hiç konuşmadılar. Hermione başını Draco'nun omzuna yatırırken Draco da onun elini avuçladı ve tam kalbinin üzerine yasladı. Omzunda nefes alan kıza sahip olduğu için ne kadar şanslı olduğunu düşünmeye başlamıştı fakat ne var ki bu düşüncenin yarıda kesilmesi bir oldu.
Şimdi kendisinin hortkuluk olduğunu öğrendiği zaman Hermione'nin vereceği tepkiyi hayal edip duran Draco kafasını tamamen boşaltmaya çalışsa da, bu düşünce aklının bir köşesinde her zaman var olmaya devam edecekti. Voldemort'un tamamen yok olması için kendisini kurban etmesi ve Hermione'yi bırakması gerekiyordu.
Belki kalbinden bir kurşun yerdi, belki de bir asadan çıkan ölümcül lanet sonucu ölürdü. Ne olursa olsun işin sonunda hep ölüm vardı.
Nefes almak.
Yaşananların ve yaşanacakların yükünü omuzlarında kaldırmaya çalışırken son birkaç haftadır yapabildiği tek şey buydu. Sanki kilometrelerce yukarıda bulunan bir uçurumdan atlamıştı da, aşağı düşüyordu.
Uçurum ile zeminin arasında süzülmek, kendini her şeyden soyutlamak iyi hissettiriyordu ama tüm bunlar geçiciydi ve Draco en sonunda yere çakılacaktı.
Hermione'nin düzenli nefes alış verişini dinleyerek, elinden gelen en iyi şeyi yapıp gözlerini kapattı.
-
Karamsarlık seviyem tavan.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
THE CHOSEN ONE | dramione
Hayran Kurgu"Biliyor musun," dedi Draco, başını eğip yüzünü Hermione'nin omzuna saklarken. Sesi cümlenin sonuna doğru boğuklaşmıştı. "Çok güzelsin. Yemin ederim ki öylesin." - Altın üçlünün gözdesi Harry Potter'ın seçilmiş kişi olmadığını fark etmeleri Hogwarts...