Bölüm 54 | İnsanüstü

316 24 0
                                    

Kan, bir bataklık gibi etrafındaki anahtarlığı ve hareketsiz ellerini esir almış parlak görüntüsüyle poz veriyordu. Hoş görünmüyordu. Bars ellerini havada sallayıp çirkin bir küfür daha ettiğinde bu görüntüyü görmek istemiyordum. Hasan intihar etmişti. Hala bilinci yerinde görünüyordu. Bileklerini kesmişti. Ve daha doğru dürüst intihar etmeyi bile bilmiyordu. Aptallıkla ölmek bile becerilmiyordu. Bars acımasızca Hasanın yerde uzanan bacağına bir tekme atıp hızını alamamış birkaç tekme de duvara atmıştı. Telefonumu çıkarıp bir ambulans çağırma konusunda emin değilken benim yerime Bars bunu yapmıştı. Ellerini Hasana sürmüyordu bile. Suratını buruşturup ayağıyla kolundan onu itmişti. Hasan ayrılan ağzıyla iğrenç bir şekilde sırıtırken Bars kaşlarını çatıp bağırdı.

"Birde uyuşturucu mu aldın ulan dallama!"

Bu argo ağız onda sırıtmıyordu. Onda bunu görmeye alışmıştım ama yine de hoşuma gitmiyordu. Önemsenmeyi hakedecek kadar fazla kan kaybetmişti. Tüm endişelerimle Barsa döndüğümde belinden çıkardığı silahını tekrar yerine koymuştu. Tüm kan gölünün içinde bile güzel görünmeyi başarabiliyordu. Hasana bakıp düşündüm. Barsla tanışmadan önce böyle birşeye rast gelsem kafayı yerdim ama şimdi böyle şeyler o kadar sıradanlaşmıştı ki, fazla adrenalin günlük ritüelim gibi hissediyordum.

"Yankı! Odama git!"

Bana hitaben konuştuğunda gözlerimdeki endişeyle burayı terketmiştim.

Bir iki saat kadar sonra duyduğum onca siren sesinin ardından Bars yanıma gelmişti. Ondan bir ifade bile almamış olmaları beni şaşırtırken herşeyi geride bırakmak istiyordum.

"Sana ihtiyacım var."

Söylediklerinin ardından yalpalarken gözlerimin üzerine hafifçe dudaklarını bastırmıştı. Etrafımızdaki her eşya çığlık atıyormuş ve içinde sadece biz durmuş ve öylesine keyif çıkarıyormuşuz gibi hissediyordum. Yıldızları topladığı gözlerini kapatıp yanağına koyduğum elime başını yatırırken onu hissediyordum. Ona herşeyden fazla ihtiyacım olduğunu... Toparlayamadığı iri bedeni benim gibi yalpalarken açılan dudaklarının kötü şeyler dile getirmesinden korkuyordum.

"Sana ihtiyacım var ve bu beni kötü hissettirmiyor..."

Hızla narin bir nefes verip söylediklerinin büyüsünü üzerimde hissederken iç geçirdim. Amanın ya! Bu herif gerçekten fena yakışıklıydı!

Bedenimi kolları arasında sabitleyip beni havalandırdığında bu gece üzerine planlar kurduğunu yerdeki sönmüş birkaç mumdan anlamıştım. Hala beni indirmemişti. Gardırobu kenara itilmiş, renkli mumlarla aydınlatılmış geçit gözler önüne serilmişti. Kolları arasında küçülen bedenim huzur dolu hissettirirken beni yere bırakmıştı. Loş ışıklı yolda ilerlerken ellerini sıfırlamak üzere ellerime kenetlemişti. İlerledim. Saat ilerlemiş olmalıydı. Bu yol geceleri daha bir karanlık oluyordu. Bars kolundaki siyah saate her dakika başı bakarken mumlu yolda yavaşça ilerlemeye devam ediyordum. Çıkışa geldiğimizde belimi sertçe kavrayıp dudaklarımı öptükten sonra alnını alnıma dayamıştı. Saatine başını benden ayırmadan bakıp gülümsedi.

"İyiki doğdun küçük hatunum."

Suratımda yayılan iri gülümseme hızını katlarken kapı açılmıştı. Çıkışta görünen Doğan, Tunahan ve diğerleri ellerinde patlattığı konfetilerle ve daha önceden çalışılmış gibi çıkan koro sesleriyle iyiki doğdun mesajları bir bütünü oluşturuyordu.
Hayata yeni yeni battığın zamanlarda yüzüne bir tokat gibi yediğin kelimeler benliğini güçlendirir. Çünkü ellerinin içinde tuttuğun bir avuç ip parçası hayatından başka birşey değildir. Dünyanın rengi tozpembe olmaktan vazgeçer de senin ruhun bile duymaz ya, ellerinin kiri üzerine, yüzüne bulaşır... Onyedi özeldir. Biraz büyür beyninle başka yerlerin. Biraz daha güzelleşirsin... Yıldızların yönleri değişir. Masum telaşlı ayın bakışları şehvetle dönüşür. Rüzgarını yelelerinin altında kontrol edebilirsin, bilirsin bu asi hissettirir. Gözlerine geceden birkaç yıldız daha hediye edilir onsekizine girerken. Unutmazsın. Hatıralarıyla yaşamak yerine amaçlarını çıkarırsın aralarından. Pes etmeyesin gelir. Korktuğun tüm şeyler gözlerinin etrafında biraz daha kıvrılır sadece. Hepsi geçecek bilirsin. Hala inanmaya devam etmelisin perilere. Ölümsüz olmak istiyorsan inanmak yeterlidir. Bilirsin inanırsan daha çok parlar perilerin kanatları. Aralıkta kalan onca bitap düşmüş düşünce ya defolur uzay boşluğuna ya gelir sarar kollarını özgür bedenine... Bu yüzden böyle söylemezler mi? Uzay boşluğunda gizlenmiş bütün acı düşünceler ve feryat eden çığlıklar! Suratındaki sırıtmanı da onsekize borçlusun, büyümekten nefret eden gözyaşlarını da... Ben büyümek istiyor muyum bilmiyorum ama merak ediyorum. Avuç içlerimde biriken renkli ipler beni başka hangi güzel kıyılara sürükleyecek? Arkamdan sardığı kollarıyla birlikte ellerimi saçlarımdan çektim. Farkedilmemesini umarak kısa bir sürede etrafıma bakındım. Burası şehrin birçok yerine benziyordu. Tünel hangi tarafa gidiyor bir türlü kestirememiştim ama sonunda bir tahmin yürütebilmiştim. Batıkent olmalıydı burası. Büyük hokey sahasından anlamıştım. Tunahan ilk defa ciddi duruşuyla beni izlerken Doğan gözlerindeki garip bakışlarıyla beni inceliyordu. Kurdukları masaya doğru ilerledim. Sade bir mahalle ortasındaydık. Gecenin bu saatinde bir araba geçmesini beklemiyordum ama eğer geçerse biraz kenara geçmek zorundaydık. Dalya bir anda toparlanmış gibiydi.
Doğan..
Birkaç saat önceki halinden eser yoktu. Kafasındaki onca değişik şeye rağmen çarkları ilerlemiş birbirini bulmuştu. Tunahanın yanında farkettiğim kız Zişana göre esmerdi. Koyu kahverengi saçları omzundan dalga dalga dökülürken suratındaki koyu çiller onu sevimli yapıyordu. Tuna için sevindim. Yanında ismini bilmediğim ve kız arkadaşı olduğunu tahmin ettiğim kızın belini kavramış ve istikrarını koruyup kendine çekmişti. Utançla eğilen başını kaldırıp selam veren çilliye baş selamı verip Barsa sarıldım. Boynunda gerilen damarlar onu istememe sebep oluyordu. Kokusu, dünyadakilerin aksine bir paralel evrenden açılan gizli bir portalla egzotik bir adadan getirilmiş gibiydi. Boynunda gizli bir ada taşıyordu ve bunu seviyordum. Beynime kazınmış kokusu, okyanus kadar sert bir o kadar da çiçek dolu bir çayır kadar narindi. Ondan ayrılmak için insanüstü bir çaba göstermiş olsamda başarmıştım. Kollarımı Doğana sardığımda Tunahanın yanındaki minyon tipli kız etrafını süzüyordu. Sıra Tunaya geldiğinde kollarımı ona daha az şevkatli ama daha fazla kankavari bir şekilde dolamıştım. Dalya yeni kızın yanında fazla heyecanla konuşurken zavallı sadece başını sallıyordu. Konuşurken bir anda Dalyaya sarıldığımda kollarını bana sarmış ve anlamlandıramadığım bir biçimde vücudunu yana sallamıştı. Kız gülümseyip ona sarılmamı bekler gibi omuzlarını oynattığında yine biraz gülümseyip Barsın yanına döndüm. Tuna ellerini havaya kaldırıp ciddi halini bir kenara bırakmış ve konuşmaya girişmişti.

"Bu Melek..."

Sözlerinin devamını getirmesini ve bizi onunla tanıştırmasını beklerken Tuna suratıma bakıp tıslayarak kahkaha atmıştı. Sonradan aydınlanırken bende kahkaha atmıştım. Kızın ismi Melekti. Üçüncü kez sinir bozucu olduğunu bile bile kıza baş selamı verdim. Tuna başını hafif geriye yatırmış üst dişlerinin tamamını gösterecek büyüklükte bir sırıtma çakmıştı. Ortada pasta falan yoktu. Ya da kutlamaya dair ufak birşey. Birkaç bardak kola dışında hiçkimse olanları atlatıp birşeyler yapamamıştı. Bars kimsenin benimle konuşmasına izin vermeden el sallayıp kapıyı üzerlerine kapattığında yine tüneldeydik ve yine beni kucağına almıştı.

"Neden kucağındayım." Dediğimde gülümsemişti. Uzatmadan direkt cevabını almıştım.

"Cam kırıkları heryerde. Geceni mahfetme istedim."

Sakarlıklarımı yüzüme vurmuştu ama üzerine gitmeyecektim. Kızıllaşan dudaklarının arasından sızan sıcak nefesini hissedebiliyordum. Kucağından bakınca alt dudağı çenesinden tam bir dalga gibi kıvrılmış görünüyordu. Fazla güzeldi... Beni yere indirmek yerine yatağına yavaşça bıraktığında bedenime sardığı ellerini altımdan çekememişti. Gözleri benimkilerle buluştuğunda vücudunun ısısını üzerimde hissedebiliyordum. Hafifçe gülümseyip  çekmeye çalıştığında kolunu tuttum. Gözlerime gözlerindeki şaşkınlıkla bakıp ne yapacağını bilemez ifadesini siliverdiğinde gülümsedim. Kurnazlaşan bakışlarının ardından dudaklarıma yönelince elimi ensesine attım. Kalbimin yanından yukarı çıkan bilinmez  yumru boğazımı tatlı bir acıyla kesmişti. Dudakları duyduğum, hatırladığım mükemmel bir anıyla eşdeğer derecede güzeldi. Sıcak ve yumuşak. Eli belimi narince kavrarken diğer eli kırdığım bacağımdaydı. Alnımda gezindirdiği dudaklarını ayırmıştı. Yanıma uzanıp bedenimi üzerine çekti. Saçlarım yüzüne doğru uzanırken kesik nefesini dizginlemeye çalışıyordu. Başımı eliyle göğsüne bastırdığında sakince kollarımı beline doladım. Yan dönmüştü. Bedenim kolları arasında kıvırılmıştı. İç geçirdim. Sesli iç geçirdim! Başıma vurup kendime küfretmemek için kendimi zor tutarken Bars başımı boynuna gömdü. Gülmemek için kendini kastığını boynunun gerginliğinden anlıyordum. Oflayarak konuştum.

"Serbest bırak kahkahanı hadi."

Mükemmel tınısıyla attığı kahkaha içimi titretmişti. Onu herşeyiyle seviyordum. Her gerçeğiyle...

SİYAHLI | Kelebek EtkisiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin