Ilgaz'dan...
En son Barlas'ın koskoca Londra'da bize İzmir Marşını söylemetsinin ardından, yaklaşık 2 hafta geçmişti. Tabi bu geçen haftalar arasında bitmek bilmeyen uykusuz geceler, Mercan'ın benim söylediklerime karşı kayıtsız kalışı ve görev dışında benimle yüz yüze dahi gelmeyişi canımı sıkıyordu. Ne vardı da öptüm onu birden! Gerizekalı diyip durduğum Barlas bile benden daha çabuk halletmişti işini. Kız Türkiye'de gözünün ucuyla dahi bakmazken, şimdi yaptıkları her görevlerden güllük gülistanlık dönüyorlardı. B**tan bir şansım vardı ve Mercan benim yüzüme bakmıyordu.
Hiçbir kız bana karşı kayıtsız kalamazdı. Mercan'ın o kızlardan tek farkı S*** bir adam tarafından bırakılması mıydı? İlk başlarda naza çekiyor sanıyordum fakat git gide bu tavrı karşısında sinir oluyordum.
Arabayı sağda bir yere çekip, durdurdum. Londra'nın her bir köşesinde göreve çıka çıka az çok nerde de var öğrenebilmiştim.Mavi levhalarla aydınlatılan Blueray Bar'dan içeri adımı atıp, sıklıkla oturduğum o bar taburesine oturdum. Sıklıkla içmeye gelir olmuştum. Mercan aklıma takıldıkça içip, kafayı bulana kadar burdan da bir türlü çıkamıyordum.
"Hi." Yanıma çekilen bar taburesini umursamadan, elimle barmen'e el kol işareti yaptım. "What happen?" dedi ince bir ses omzuma dokunarak. Önüme bırakılan viskiden bir yudum alıp, başımı sol tarafıma çevirdim.
Sarışın, beyaz tenli, oldukça hoş ve güzel denebilecek bir kızdı. Mavi gözlerini buğulu göstermeye çalışmış, dolgun dudaklarını ortaya çıkarmıştı.
Kafamı geri çevirip, viskimden bir yudum daha aldım."Anlatsam anlayacak mısın sanki?" dedim derin bir nefes vererek. Yanımda sesten dolayı pek belli olmayan bir kahkaha attığı sırada, bakışlarımı ona doğru çevirdim.
"Anlat yakışıklı. Belki anlarım..." dedi dudaklarını bükerek. Ben böyle işin. Koskoca Londra'da hep Türkçe bilene mi denk gelinir ya? "Eee ne duruyorsun? Anlatsana."
"Söylemedim say. Ve git başımdan" dedim tersleyerek. Son yudumu da alıp, yenisini istedim. Eğitimler sırasında içkiler içinde eğitim alıyorduk. Çok çabuk etkilenmiyordum bu nedenden ötürü. Anca bir kaç şişe bitirince beynim bulanıyordu.
"Beni nerden tanıyor olabilirsin ki anlat gitsin...." dedi. Evet tanımıyordum. Benim ajan olduğumu da bilmiyordu. O olsa dahi ben üstü kapalı anlattığım sürece ne anlayabilirdi ki?
"Tamam. Şöyle başlayalım o zaman. Bir kız düşün-" gözümün önünde yüzü belirdi "Kumral saçları; uçlarına doğru buğday rengine çalan, gözlerinin rengi kaplanı andıracak kadar vahşi ve yüzü ise asi görünüşüne nispet petek gibi... Dışardan görsen bu duru yüzünün altından asi, inatçı, dediğim dedik ve utangaç bir kız çocuğun çıkacağını düşünmezsin fakat gözleri; bir aslan kadar asil, bir kaplan kadar vahşi..." tebessüm ederek, kuruyan boğazımı viski ile ıslattım. "O geçmişinde kalan. Tek bir hatadan dolayı kendini dış dünyaya kapamış. Kimseye de açmıyor kapılarını."
"Hatalar bazı şeylerin önlerine geçmek için vardır. Tekrar aynı hataya düşmemek için kapatmış olabilir kapılarını. Sen onu ikna etmeye çalışarak, kapısını aralayarak yanında ola-..." dediği sırada birden bağırdım. Sesim duyulmuyordu belkide fakat ben duyuyordum.
"Ben onun kapısını aralamak için izin almadım! Kapısını çalmadım! Ben onun kapılarını kırdım...Hemde bana hiç açmayacağı düşüncesini bilmeyerek. !" dedim bardağı avcumun arasında sıkarak. "Ama bilmiyordum ki geçmişinde kalan bir mazinin olduğunu. Bende bilmiyordum ne hissettiğimi, hala da bilmiyorum. Birden oldu. Bakmıyor şimdi yüzüme.'" dedim 10 seneden sonra ilk defa ağlayarak. Bardağı gevşetip, bir yudum daha aldım. "Ben ne hissediyorum?" dedim yüzüne bakarak.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Siyah Ve Beyaz
Hành độngKalbini aşka mühürlemiş bir insan, aşık olabilir miydi? Bence olamazdı... Peki ya içinde oluşan bu kıpırtılar neydi? Başını döndüren, dünyayı durduran. Kalbini yerinden oynatan, karnında kelebekler uçuşturan. Bu hissettiklerinin tanımı neydi? ...