Uzun bir yolculuk geçirmişlerdi ve tekrar akşam olmuştu. Kamping alanı tekrar kör talihlerine sırıtmış ve yine ıssız bölgelerde kalmalarını kader zorlamıştı.
Can yine bir ateş yaktı. Akşam yemeklerini merkezdeyken yemişlerdi. Simge ateş başına yine gitti ısınmak için. Can geldi:
-Biraz hareket etsen otomatik olarak on numara 5 yıldız ısınırsın aslında.
-Laf mı soktun?
-Hayır. Dans diyorum.
Dedi. Simge Can'ın söylediklerine anlam bile veremiyordu. Can ise karavanın camından kolunu soktu. "Love Is Forever" adlı şarkının akustik uyarlamasını açtı. Simge bu şarkıyı duyduğunda hemen arkasını döndü ve arkasında Can'ı buldu:
-Bu dansı bana lütfeder misin?
Dedi Can, elini uzatmıştı. Simge uzun bir süre eline baktıktan sonra elini tuttu. Ve ayağa kalktı. Elini Can'ın omzuna koydu. Can da onun belini kavradı, ve kalan elleri havada birleşti. Ateş ise sürekli yüzlerinin bir kısmını aydınlatıyordu. Dans ediyorlardı...
Simge utancından Can'ın yüzüne bakamıyor gözlerini kaçırıyordu. Can ise arada Simge'nin yüzüne bakıp çekiyordu yüzünü, göz göze gelmemek için. Simge ellerinin aşağı yukarı yapışını izliyordu. Sarılmak istiyordu. İkisi de birbirine...
Simge bazen şarkıların sözlerine takılıyordu. Bazen de şarkıların sözleriyle kendini özleştiriyordu. Can ise olayın tamamen dışında, Simge ona sarılsın diye bekliyordu.
Simge hiç beklemediği bir anda kendini, kendi etrafında dönerken buldu. Can onu tam döndürdükten sonra tekrar elleri birleşirken gözleri birbirine değmişti. Ve bir anda onlar için zaman yavaşlamıştı. Nefesler kesilmişti. Simge uzun bir aradan sonra onun gözlerinde kendini bulduğu için sevinmişti. Can ise uzun süredir bakmadığı, bakamadığı o gözlerin hasretini gideriyordu. Fakat Simge yapamadı daha fazla bakamadı gözlerine, utandı.
Simge'nin yanakları kan kadar kırmızısıydı. Utancından ölmek üzereydi. Can ise onun bu utancından kızaran yanaklarını bile seviyordu. Çilleri ile karışışını...
Müzik bitmek üzereydi derken elleri birbirinden ayrıldı. Simge ona olan mesafeden uzaklaştı. Ve ateş başına geri döndü. Can yine karavanın camından kolunu soktu. Ve müziğin sesini kıstı. Karavan'a girdi ardından. Simge'de onun peşine girdi. Can Yunanistan'dan aldıkları Yunan kahvesini açmaya çalışıyordu. Simge:
-Kahve mi yapacaksın?
-Evet.
-Ver ben yaparım.
-Olmaz. Ben yaparım.
-Olmaz Can! Ben varım burada. Sen cezveyi çıkart.
-İyi peki.
Can dolabı açtı. Dolabın içinde iki üç tencere vardı. Cezve yoktu:
-Simge cezve yok.
-Ne? Emin misin? Almış olmamız lazımdı.
-Almamışız sanırım.
-Ee? Yapamayacak mıyız şimdi?
-Yoo yaparız.
Dedi Can ve küçük bir tencere çıkarttı dolaptan. Simge'ye gösterdi:
-Bunla yaparız.
-Tencere? Tencerede kahve!
-Evet.
-Olur ama olan şeylerin dışında olduğu için hani...
-Hadi hadi yaparız. Aynı şey değil mi? İkisi de ısıtmaya yarıyor.
-E haklısın tabi.
-Şimdi 4 dolu çay kaşığı kahve koyuyoruz.
-Biliyorum.
-Valla benim sizde içtiğim kahve nedense çok güzeldi.
-Damat kahvesiydi o. Acı biber de koyacaktım da neyse dedim. Acıdım sana. Az koydurdu zaten tuzu kuzenim.
-Bak bak bak! Demek öldürecektin beni?
-Yok biraz işte yüzünü buruşturacaktım.
-Bence düpe düz suikast.
-En azından şimdi güzel bir kahve içip keyfine bakabileceksin.
-Evet.
-E hadi uzat tencereyi.
-Tamam.
-Nerede içelim.
-Ateş başına geçelim. Hem kahveyi de orada yapalım.
-İyi tamam hadi...
