Teknolojiden Uzak Günlüğüm,
Bugün, haftalardır çalıştığım ödevimin sunum günüydü. Biraz gergindim açıkçası. Kalabalık karşısında sunum yapan her insan az da olsa gerilir zaten. Kaldı ki benim gibi ayda yılda bir bu şekilde sunum yapan birinin de gergin olmaması beklenemezdi.
Sunumumuz son dersti. Bu yüzden her teneffüsü ve öğle arasını Ali ile sunumumuzun tekrarını yaparak geçirdik. Çünkü sunum sırasında hiçbir hata yapmak istemiyordum. Özellikle de sunum yapacağım kitlenin içinde Janset gibi bir emekli bataklık cadısı da olacağı için.
Ali hazırladığı sunum sayfalarının çıktılarını almıştı. Böylece bilgisayarla uğraşmadan, ikimiz de elimizdeki kağıtlardan tekrarlarımızı yapabilecektik.
Dediğim gibi, çok gergindim. Ve öğle arasında Ali ile çalışırken yine Yiğit'in bizden tarafa sinirli bakışlar attığını görünce bu gerginliğin de verdiği deli cesaretiyle yerimden kalkıp sınıfın köşesindeki öğretmen masasına bir eliyle dayanıp ayakta dikilen Yiğit'in yanına gittim.
"Yiğit n'oluyor?" deyip direkt konuya girdim.
"Ne demek ne oluyor?" dedi Yiğit sakin bir şekilde. Neredeyse her defasında beni ve Ali'yi dikizlemesini kafamda kurduğumu düşünecektim. Ama Yiğit'in hiçbir şeyden haberi yokmuşçasına tavırları beni yıldırmadı.
"Şu bakışlarından bahsediyorum," dedim kaşlarımı onun gibi çatarak. Sonra sesimi alçaltıp devam ettim. Tüm sınıfın ne konuştuğumuzu dinlemesine gerek yoktu. "Ali ile her bir araya geldiğimizde bize nasıl baktığını inkar etmeyeceksin herhalde değil mi? Çünkü seni defalarca bize bakarken yakaladım ve bunları kafamdan uyduracak derecede şizofren olmadığımdan oldukça eminim."
Biliyorum. Çocuğun üstüne fazla gittim. Ama daha önce de birkaç yüz milyar defa bahsettiğim gibi; fazlasıyla gergindim.
Neyse ki Yiğit benim tersime, oldukça sakindi.
"Evet, şizofren değilsin," dedi ve gülümseyerek ekledi, "en azından şimdilik." Ben de ister istemez biraz gülümsedim ve az da olsa üzerimdeki gerginlikten kurtulabildim.
"Yani bizi gözetliyordun?" diye direttim.
"Evet."
"Ama neden?"
"Çünkü," dedi Yiğit biraz daha yaklaşarak, "Ali bir işler çeviriyor ve bunun seninle alakalı olduğundan oldukça eminim."
"Ama Ali birlikte ödevimiz için çalışmaya başladığımızdan beri bana hep iyi davrandı."
"Bak, Ali'yle yıllardan beri arkadaşız ve inan bana, eğer Ali bir insana uzun süre bu kadar iyi davranıyorsa bu asla iyiye işaret değildir."
"Ne demek istiyorsun?" dedim Yiğit'in söylediklerini kafamda netleştirmeye çalışarak.
"Ali'ye dikkat et demek istiyorum," dedi Yiğit.
"Bu biraz paranoyakça olmadı mı?"
"Belki de," dedi Yiğit ve elini omzuma koydu. Omzumdan başlayarak vücuduma yayılan bir sıcaklık hissettim. Biraz önce ne konuşuyorduk? Şimdi neredeydik? Bunların hepsi akıl almaz şekilde bir anda aklımdan uçup gitti. Daha bana ne olduğunu anlayamadan Yiğit anlayışlı bir ses tonuyla konuşmasına devam etti ve ben de dikkatimi tekrar toplamaya çalıştım. "Yine de gözünü dört aç," dedi kahverengi gözlerini benimkilere dikerek. "Eğer şüpheli bir şey fark edersen hemen bana haber ver."
Yiğit elini omzumdan çekince "Uyarın için teşekkürler," gibisinden bir şeyler demeyi zorlukla başararak sunum için çalışmalarıma geri döndüm.
Ve sonra her şey yine tepetaklak oldu.
Aslında olanlardan tekrar bahsedip kendimi hırpalamak istemiyorum ama yine de kısa kısa da olsa yazacağım. Çünkü belki de bu sayede insanlara gözü kapalı güvenmemin ne kadar kötü sonuçlanabileceğini unutmamış olurum.
Sunum öncesi Yiğit'i dinleyerek son bir kez sunum yapacağımız seminer sınıfını gözden geçirdim. Sınıfı araştırdım ve benimle dalga geçilmek üzere kullanılacak hiçbir materyal bulamadım. Ali'nin sınıf bilgisayarına attığı sunumumuzu da kontrol ettim ve yine olağan dışı bir şey bulamadım. Yiğit gibi sebepsiz yere paranoyaklaştığımı düşünüp kendime kızdım.
Öğretmen gelince sunum için yerlerimizi aldık. Sunumun ilk yarısında Ali gayet başarılı bir şekilde ödev konumuzun yarısını anlattı. Sıra bana gelince projektörün karşısına geçtim ve Ali'nin bana uzattığı kumandayla, sunumdaki slaytları bir bir geçerek anlatmaya başladım. Gerçekten de tüm gerginliğime rağmen çalışmalarım meyvesini vermişti ve normal bir arkadaşımla konuşur gibi ödevimizi sınıftaki kalabalığa sunuyordum. En azından bir süreliğine.
Sunumumun ortasına geldiğimde, hiç beklemediğim bir anda, aniden hoparlörlerden "Mor Koyun" diye bir türkü çalmaya başladı ve projektörden yansıyan görüntüde yüzleri tıpa tıp bana benzeyen ve el ele tutuşup halay çeken patlıcan ve koyun animasyonları belirmeye başladı. Kumandayla görüntüyü değiştirmeye çalıştım ama işe yaramadı. Tüm sınıf bu saçma görüntüyü izlerken güç bela kendimi toparlayıp hızlı adımlarla sınıf bilgisayarının başına geçtim. Ama şaşırıp kaldım. Çünkü bilgisayarın ekranında hala sunumumuzdaki ilk slayt görünüyordu.
Bir anda kafama dank etti. Gürültülü "Mor Koyun" türküsüne aldırmadan sınıftaki benimle dalga geçmeye başlayan kalabalığın içinden Yiğit'i buldum. O da şaşkınlıkla bana bakıyordu. "Fişler," diye fısıldayabildim. Sesimi duymuş olması imkansızdı ama sanırım dudağımı okuyabilmişti. Yerinden kalkarak hemen sınıfın arka tarafında olan projeksiyonun ve diğer elektronik cihazların fişlerinin bağlı olduğu çoklu prizi buldu ve hızlıca çekti.
Tüm ses ve görüntü aynı anda gitti.
Evet, düzeneği anlamam zor olmadı. Sınıf bilgisayarındaki slaydın hiç değişmemiş olduğunu görür görmez projeksiyona bağlı başka bir bilgisayarın olduğunu anladım. Ders çıkışındaki sinsi gülümseyişleri ve bana dik dik bakışlarından, bu işte Ali ve metan gazı Janset'in parmakları olduğunu tahmin etmem de zor olmadı.
Daha sonra Yiğit yanıma gelip onlarla konuştuğunu ve bu tahminlerimde haklı olduğumu söylediğinde pek şaşırmadım. Tüm plan Ali'ninmiş aslında. Janset de sınıfın arkasında projeksiyona bağladığı dizüstü bilgisayarla sunumu kontrol ediyormuş. Patlıcan halayı animasyonunu da Bora'ya yaptırmışlardır büyük ihtimalle. O ve Engin de eminim sırf Yiğit olayı çakmasın diye sıralarında sadece patlıcan halayını zevkle izlemekle yetinmişlerdir.
Evet, bir kez daha aşağılandım, küçük düşürüldüm ve de sunum ödevimden sınıfın en düşük puanını aldım. Öğretmen bir şekilde böyle bir sunumu hazırlayıp kendimi rezil etmeyi göze alarak da olsa sınıfı provoke etmeye çalıştığımı düşünmüş. Eh, en azından artık bana ders yılının kalanında kendisini gerçekten provoke etmem için bir neden vermiş oldu.
İşte Günlük, anlayacağın, hayat kısa bir moladan sonra tekrar eski rutinine dönmeye başladı benim için. Arkadan bıçaklamalar, oyunlar, adaletsizlikler...
Ama artık bir fark var tabii.
Artık tüm bu zorluklara karşı savaşırken yanımda olan biri var. Evet, doğru tahmin ettin: Tom Cruise.
Şaka şaka.
Tabii ki Yiğit'ten bahsediyorum.
En başından beri benim için endişelendi ve olaylar sarpa sardığında yardımıma koşan ilk ve tek kişi o oldu.
Bu yüzden bugün tüm yaşadıklarıma rağmen şu an aklımda kalan tek şey, kahverengi gözlerini kısarak bana gülümseyen Yiğit'in yüzü oldu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ESAS KIZ
Teen FictionMenekşe lisede başına gelenlerden sorumlu olan eski sınıf arkadaşlarından intikam almak ve onları kendine aşık etmek için dizi ve filmlerdeki esas kız klişelerini kullanmaya karar verir. Önünde intikam planını gerçekleştirmek için 1 ayı ve 5 eski dü...