BKG 22

44 9 2
                                    

Ve işte yarın -bu sefer farklı- işin ilk günü. Birisinin sekreterinin sekreteri olmak nasıl bir şeydi merak ediyordum. Özellikle de Çınar'ın sekreterinin sekreteri olmak... hayal bile edemiyordum.


"Derya?" Sence bizim şu iş nasıl?"


"Ne nasıl?"


"Ya şu bizim işi diyorum. Sence nasıl? Yani ne yapacağız orada? Veya kimlerle çalışacağız?"


"Bilmiyorum ama içimden bir ses hizmetçi olacağımızı söylüyor," dedi gözlerini devirerek. "Hizmet etmek istemiyorum."


"Ayrıca neden bu işi kabul ettik ki? Sekreterinin sekreteri olmak da ne demek? Hadi sekreterim olacaksın der anlarım. Sekreterimin sekreteri ne demek?" dedi hala kendi kendine konuşmaya devam ederek.


"Öncelikle çok tembelsin Derya. Neden mi bu işi kabul ettik? Çünkü işe ihtiyacımız var. Derin yazık tek başına hepimize yetmeye çalışıyor ayrıca para yetmiyor. Baksana kız bu havada çalışmaya gitti," dedim tepedeki 'sizi tereyağı gibi eritmek için geldim' diyen güneşi göstererek. Derya ise sadece bildiğiniz pofladı. Böyle yaparken yanaklarını şişirmiş ve havası sönen bir balon gibi içine çekilmişti.


Derin'im yine çalışmaya gitmişti. Deniz yatağında oturmuş sırtı duvara dayalıyken selfie çekmeye çalışıyordu. Başka bir evrene geçmişti sanki. Bizi ne görüyor ne de duyuyordu. Derya tırnaklarına oje sürerken onu izlemeye koyuldum. Ameliyatta yapılan en ufak bir hata sonucu hastasını kaybedebilecek bir doktorda olmayan dikkat ve özenle boyuyordu tırnaklarını. Başımı umutsuzca iki yana salladım. Bu yaptığımı fark etmiş olacak ki tip tip baktı.


"Ne kafanı salladın?" dedi söyleyeceğim yanlış şey karşısında üstüme saldıracakmış gibi bir bakışla.


"Yok... yok bir şey," dedim kekeleyerek. Gözlerini kısarak baktı bana, sonra da işine geri döndü.


Sessiz geçen uzun bir zaman sonra yatağa uzanmış ve hayallere dalmıştım. Ellerimi başımın arkasında birleştirmiş boş boş tavanı izliyordum. Çınar'ın beni aradığını ve sohbet ettiğimi düşlüyordum. Yatağımda ayaklarımı üst üste atarak uzanırken kahkahalarla gülüyordum Çınar'ın dediğine. O sırada Mete gelip kıskandığını belli edercesine sohbetimizin içine ediyordu da Mete'nin bizim yurtta ne işi vardı? Al işte! Hayalimin bile içine ediyordu. Klasik Mete işte.


Telefonumun zil sesini duymamla daldığım hayallerimden sıyrıldım. Kimin aradığına baktığımda Çınar'ın ismini gördüm.' Yok artık!' dercesine telefona bakıyordum.


"Kim arıyor Duru? Niye gözlerin fal taşı gibi açıldı?" diye sordu Derya. Zaten bir tek o konuşuyordu.


"Alo Çınar?"


"Merhaba Duru. Bugün eğer müsaitsen seninle hem şu iş konusunda hem de arkandan gizlice çevirdiğim iş hakkında konuşmak istiyordum," dedi telefonun öbür ucundan. Yanaklarının kızardığını buradan hissediyordum resmen.


"Peki... olur. Müsaitim. Derya'yı da alır gelirim. Ne zaman buluşacağız?"


"Hmm... aslında bir saat sonra olabilir. Bir an önce şu yükten kurtulmak istiyorum."


"Uygunuz," dedim onun söylediğine gülümserken.


"Peki... alırım bir saat sonra sizi," dedi.


"Tamamdır," dedim ben de içimdeki göz kırpma isteğine engel olmaya çalışarak. Sağ gözümü kırpsam bile o görmeyecekti ki.


"O zaman bir saat sonra görüşürüz."


"Görüşürüz," deyip telefonu kapattım. Ben şapşalca gülümseyerek karşımdaki duvara bakarken Derya benden açıklama beklediğini belli etmek için hafifçe öksürdü.


"Çınar bizi bir saat sonra almaya geliyor. Bizimle konuşması gereken konular varmış," dedim sıkkın sıkkın.


"Bir saat mi?! Benim hazırlanmam için o kadar zamanım yok ki! Sadece makyajım bir saat sürer."


"Deniz, şu kızın makyajına el atsana. Senin elin hızlı." Deniz itiraz etmeden kafa sallayarak kabul etti isteğimi. Derya ise kıyafetlerini saçmaya başlamıştı bile. Aralarından beğendiklerimi alıp gerisini ona bıraktım. Sevmediği kıyafetleri kafasını dolaptan çıkarmadan yatağa fırlatıyordu.


"Bu değil... bu da değil. Bu hiç değil. Off hiç doğru düzgün kıyafetim yok!" diye yakınmaya devam ederken acaba ne kadar daha böyle devam edecek diye onu izliyordum. Dolabın altını üstüne getirdikten sonra giyeceklerini buldu ve giyinmeye başladı. Ben çoktan hazırdım. Saate baktığımda yarım saatimizin olduğunu gördüm. Neyse ki makyajı Deniz halledecekti. O yüzden hızlıydık. Derya giyindikten sonra bir dakika bile oyalanmadan Deniz makyaja girişti. Sanki yarışmaya katılmış gibi hızlı ve özenle yapıyordu işini.


Telefonumun titremesiyle Deniz'i izlemeyi bıraktım. Çınar'dan mesaj vardı.


'Bekliyorum sizi. Fazla oyalanmayın.' yazmış sonra da gülücük atmıştı.


"Kızlar hadi, Çınar gelmiş," dedim. Onlar da işlerini hemen bitirdiler. Derya arkada ben önde hızlıca merdivenleri iniyorduk. Tabii Derya topuklu giydiği için benim kadar hızlı olamıyordu. O değil yani sanki her gün partiye falan gidiyoruz da ucuzlarından bir çift siyah topuklu ayakkabı almıştı Derya. Masraf!


Arabaya biner binmez Çınar gaza bastı. Yurda fazla uzak olmayan bir kafeye geldik. İçecekleri falan söyledikten sonra daha kızların hiçbirinin haberi olmayan o konuya giriş yaptı Çınar. Olanları bir ben bir o Derya'ya anlattık.


"Neden böyle bir şey yaptın ki Çınar? Senden böyle bir şey isteyen olmadı," dedi Derya sonunda.


"Bunu yapmamın sebebi..." derken sözünü benim telefonumun zil sesi kesti. Arayan Deniz'di.


"Efendim Deniz?"


"Duru!" dedi ağlarken. Bir şey olmuştu. Çok kötü bir şey olduğu sesinden belliydi.


"Ne oldu Deniz? Neden ağlıyorsun?"


"Derin... şey... ona," hıçkırıklarından dolayı söyleyeceğini bir türlü söyleyemedi.


"Derya ne oldu Derin'e?!" diye en son bağırdım.


"Ona araba çarpmış."

Bir Kış GünüHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin