BKG 23

62 9 16
                                    

Merak ediyorum da, neden böyle olaylar bizim başımıza geliyor? Eğer bir hikayenin kahramanları isek yazarımız mı çılgın yoksa oynadığımız dizinin yönetmeni mi manyak herifin teki?


Derin... o sert, herkese karşı katı, içinde iyiliği barındıran ama pek gün yüzüne çıkarmayan, derin bakışlara sahip olan Derin... Öylece gözleri kapalı yatıyordu. Elleri iki yana düşmüş, sanki sonsuz bir uykunun içindeymiş gibi hareketsizdi.


Herkes, göz altları ağlamaktan şişmiş, gözleri kıpkırmızı bir yerlere dağılmış ruhsuz gibi oturuyordu. Kimseden çıt çıkmıyordu. Derya, Derin'in yattığı oda ile koridoru birleştiren camdan içeri bakıyordu. Saatlerdir onun önündeydi. Deniz ise üzüntüden yorgun düşmüş ve uykuya dalmıştı. Emel Hanım ise kollarını önünde bağlamış ve sonsuzluğa dalmıştı. Ve Cavidan Hanım! O da Emel Hanımın yanına oturmuştu. Herkesi gözlüyordu ne yapıyoruz diye. Şu an eğer Derin orada yatıyor olmasaydı Cavidan Hanıma dalmıştım çoktan. Gerçi Derin orada yatıyor olmasaydı bizde burada olmazdık ya neyse.


Derin bir nefes alırken bir gözyaşı daha aktı gözümden. Biz ne yapıyorduk burada? Neden buradaydık? Derin niçin yatıyor orada hiç uyanmayacakmış gibi? Ne yaptık da bunlar başımıza geldi? Neden, neden, neden? İşte yaptığım tek şey tam olarak bu! Her şeyi sorguluyorum, neden diye.


Derin yoğun bakımdaydı. Odaya giren ve çıkan hemşireleri soru yağmuruna tutmamıza rağmen hiçbiri çenesini açıp ufacık bir şey söylemiyorlardı. İçimden bir ses yaptıkları her şeyin boş olduğunu bildiklerini ve bunu dile getiremediklerini söylüyordu. Umarım yanılıyordur.


Çınar bir süre sonra çıkageldi elinde bir poşetle. Bakışlarımı tekrar yere çevirdim. Fayansları incelerken düşünmek iyi geliyordu nedense. Bu durumdayken artık ne kadar iyi deniliyorsa...


Çınar herkese elindeki poşetten aldığı su, meyve suyu ve keki dağıtmaya başladı. Uzun zamandır buradaydık ve hiçbirimiz bir şey yeyip içmemiştik. Önüne konulan şeylere herkes sadece yan gözle bakıp geri eski hallerine bürünüyorlardı. Sanırım aralarındaki tek ayı olarak ben saldırdım yiyeceklere. Üzüntülü zamanlarımda çok yiyen birisiydim şahsen. Yapım böyleydi yani.


Somurturken yavaşça kekin paketini açtım ve ufak sayılacak bir parça ısırdım. Gözyaşlarım usulca akarken bir ısırık daha aldım. O sırada yanıma Çınar oturdu. Akan gözyaşımı elinin tersi ile sildi. Daha sonra da sevgiye ihtiyacım olduğunu hissetmişcesine kolunu omzuma attı ve beni kendine çekti. Başımı onun omzuna yasladım ve sonra önüme konulan suyu açtıktan sonra içmeye başladım. Artık ağlamak istemiyordum. Olan olmuştu ve geri dönüşü yoktu bunun. Ağlamak Derin'i iyileştirmeyecekti.


"Merak etme, iyi olacaktır," dedi Çınar. Onun dediklerine şu an inanmıyordum. O iyi olmayacaktı. Hiçbir şey iyi olmayacaktı. Bizim hayatımızın anlamı buydu: acı. Eğer bizim hayatımızda acı olmasaydı biz, biz olmazdık. Bu kural sadece biz dördümüz için geçerliydi. Acı illa ki çekecektik. Çekmek zorundaydık.


"Yanılıyorsun," dedim Çınar'a. "Hiçbir şey iyi olmayacak."


Ne Derin, ne biz ne de bizim yaşamlarımız... asla iyi şeyler olmayacaktı. Mutlu değildik işte. Olamayacaktık.

*****************************


Saatler sonra doktor sonunda çıktı o bir türlü vazgeçemediği odadan. Elleri beyaz önlüğünün ceplerinde kendinden emin bir şekilde çıktı oradan. Her zaman olduğu gibi herkes merakla ayaklandı ve doktorun etrafını sardı. Sanırım kimsenin bir şey sormasına gerek yoktu. Artık o kime ne açıklama yapması gerektiğini kavramış söylemesi gereken replikleri su gibi ezbere biliyordu. Bizim onun gözlerinin içine bakmamız; hissettiğimiz duyguları, sormak istediklerimizi, duymak istediklerimizi, yaşanmasını istemediğimiz korkunç şeyleri gözler önüne seriyordu. Duymak istediğimiz şeyler: "Durumu iyi. Normal odaya alacağız birazdan. Geçmiş olsun"du. Ama duyduklarımız ise bunun tam tersi olduğunu bize yeterince anlatıyordu:


"Başınız sağ olsun."

Bir Kış GünüHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin