Sağlık Meslek Lisesi'nde on birinci sınıf öğrencisi stajyer Ela'nın yaşamından kesitler sunacak bir hikâyedir.
Eğlence amaçlı yazılmıştır.
***
"Tembel hayvan mı daha üşengeçtir, tembel Ela mı?" O ben oluyor...
Medyada American Horror Story - Dominique by The Singing Nun
Bu şarkıyı hiç sevmiyorum. Çok sinir bozucu. Hadi dinleyin :D
Bu bölümü söz verdiğim gibi tatlı okurum morphensus 'a ithaf ediyorum. (Canım şu an bilgisayarım yanımda değil ithafı sonra eklerim :) )
İyi okumalar...
"Kırılan ayağının kemiği koluna kaynayasıcalar mı? Ciddi misin?"
Kanımı aldığı yetmezmiş gibi bir de üstüne söylediğim şeylerle dalga geçip sinirimi bozan Deniz'le kantinde oturmuş, kahvelerimizi yudumluyorduk. Kaşlarımı mümkünmüş gibi biraz daha çattım.
"Sen neden karışıyorsun ki? Sen olmasan o tipsiz kurbağa kılıklıların hiçbiri benim kanımı alamazdı."
Dediğim şeye güldü.
"Fena mı oldu kurtuldun işte."
Ben de güldüm. O kadar yeri yerinden oynamıştım ama kolumu morartmamıştı bile. İyi bir doktor olacak bu çocuk. Benden onayı aldı.
Şu an nerede çalışıyordu acaba? Öğreneyim de yanında çalışayım. Doktor civanımın hemşiresi olayım. Hehehe.
"Hangi bölümdesin bu ay?"
Sorduğum soruyla gözlerini kahve bardağından aldı ve gözlerime sabitledi. Gözleri de elaymış. Pek güzel, benimkiler gibi.
"Kadın Hastalıkları ve Doğum Servisi. Ama bazı günler arkadaşlarla dönüşümlü olarak doğumhaneye gidiyoruz."
Daha önce orada çalışmayı denemiştim. Denemiştim diyorum çünkü doğum sırasında hastadan çok bağırdığım için beni hep kovmuşlardı sırtüstü uzanıp telefonla uğraşırken telefonu suratlarına düşüresiceler.
Güzel iltifatlarımdan sonra tekrar orada çalışmaya karar verdim. Bu sefer kovamayacaklardı. Güldüm.
"Aaa, ne tesadüf. Ben de yarın orada çalışacağım. Kan almaya sadece bugünlüğüne geç kaldığım için verildim."
Çarpılmam umarım. Şimdi sırada Mehmet Bey'e yalvarmak vardı.
"Şey ben kalksam olur mu? Arkadaşlarla yemeğe gideceğiz."
Aradığım fırsat ayağıma geldi. Hızlı hızlı kafamı salladım.
"Tabi tabi. Git yemeğini ye sen."
Güldü ve "Görüşürüz." deyip kantinden çıktı. Ben de ardından ayaklandım ve Mehmet Bey'in odasına doğru yol aldım.
Tık, tık. Kim o? Ela. Hangi Ela? Hemşirela. Hehehe. Odanın önüne gelince kapıyı tıklattım. İçeriden zayıf bir 'Gel.' sesi gelince odaya girdim.
"Merhaba Mehmet Bey. Müsait misiniz?"
Eliyle masasının karşısındaki koltuğu göstererek "Buyur Ela, otur şöyle." dedi. Gösterdiği yere oturdum.
"Efendim benim bir maruzatım olacaktı."
Sıkıntılı bir nefes aldı. Benim hep bir maruzatım olurdu.
10 dakika sonra
"Mehmet Bey lütfen, lütfen, lütfen, lütfen, lütfen. Vallahi bir daha hastayla birlikte bağırmayacağım."
Kaşlarını 'Ve' dercesine kaldırdı.
"Tamam bir daha doğan bebeklere annelerinin yanında çirkin de demeyeceğim."
Hâlâ aynı şekilde bakmaya devam etti. Ya ama bu kadarı da olmaz ki.
"Tamam doğum sırasında bayılmayacağım."
Kaşlarını indirdi. Ama doğum sırasında heyecan ve korkudan bayılmam benim suçum değildi ki. Kan tutmuyordu, sadece alışana kadar birkaç kere korku ve heyecandan kendimden geçtiğim olmuştu o kadar. Ama artık alışmıştım. Yani sanırım. Ne diye hemşire olmayı seçmiştim ki?
"Ne diyorsunuz?" Odadaki sessizliği bozdum. Mehmet Bey parmaklarını masanın üzerinde birbirlerine kenetleyerek ellerini birleştirdi.
"Tamam ama bu son şansın."
Sevinçle ellerimi çırptım.
"Çok teşekkür ederim. Bu sefer hiçbir sorun çıkmayacak."
Mutlu bir şekilde odadan ayrıldım ve yemekhaneye doğru yürümeye başladım. Yemekhaneye varınca milleti gözetliyormuş gibi görünmemeye çalışarak boş yer var mı diye baktım. İki masa ileride Zeynep ve yüzünü göremediğim bir kızın yanının boş olduğunu görünce bir tepsi aldım ve yiyebileceğim kadar yemek alarak masaya ilerledim.
"Afiyet olsun kızlar. Oturabilir miyim?"
Zeynep'in yanındaki kız gülümseyerek "Tabi." deyince gülümsedim ve oturdum. Bu kimdi acaba? Sabahtan beri harcadığım onca efor bana açlık olarak dönmüştü. Çatalımı alarak içinde bir benim olmadığım yemeği yemeye başladım. Yerken arada etrafta kim var kim yok diye bakıyordum. Çünkü meraklıyım. Çünkü herkes yapar.
Yemeğim bittiğinde tabağımda olan bakışlarımı kaldırdım. Karşıdan bizim masaya doğru gelen Deniz'i görünce gülümsedim.
"Ela yarın akşam kardeşimin doğum günü var. Küçük bir organizasyon hazırladık. Gelmek ister misin?"
Daha yeni tanışıyorduk. Beni kardeşinin doğum gününe çağırmasını beklemiyordum. Kısa bir süre düşündüm. Ondan hoşlanıyorum diye daha tam olarak tanımadığım bir insanın davetini kabul etmezdim.
"Sorduğun için teşekkür ederim ama söz vermeyeyim."
Kimseye hayır diyemezdim ama kibar olduğunu düşündüğüm bir şekilde reddedebilirdim.
Buruk bir şekilde gülümsedi.
"Peki görüşürüz."
"Görüşürüz."
Yanımızdan ayrılınca Zeynep'e döndüm. Ağzını konuşmak için açtığında hemen susturdum. Neden kabul etmediğimle ilgili bir ton şey söyleyecekti şimdi.
"Sen kan verdin mi bugün?" diye sordum. Hayır anlamında kaşlarını kaldırdı. Güldüm.
"Hadi o zaman gidelim de kanını alayım. Deşeceğim seni çocuk!"
Hehehe.
Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.