Bence bu hikayeyi yayımlama vaktim geldi.
Not: Tarihler tamamen kendi uydurmamdır.
14 Nisan 1620
Magnus:
"Anne, anne neredesin?" Diyerek küçük adımlarla evin içinde dolaşmaya başladım. Büyük ihtimalle odasındaydı.
Odasının kapısını sessizce açıp yatağına doğru ilerlemeye başladım. Yatağında bir kabarıklık vardı ve büyük ihtimalle uyuyordu.
"Anne?"
Örtüyü yavaşça çekip açtığımda gördüğüm şey...
Küçücük bedenimden ne kadar ses çıkabiliyorsa o kadar çok bağırdım.
Annemin göğsüne saplı hançer öylece önümde dururken sesim çıktığınca bağırdım. Etraftaki şeyler ben bağırdıkça kırıldı, onlar kırıldıkça ben daha çok bağırdım.
O sırada üvey babam girdi odaya, yaşlar dolmuş gözlerime baktı, sonra da cansız halde yatan annemin bedenine.
"Bunların hepsi senin suçun!" Diye bağırdı. "Sen bir yaratıksın, iblisin oğlu. Annen dayanamadı senin gibi bir varlığı dünyaya getirmeye. Bunun tüm suçlusu sensin duydun mu beni?"
O kadar çok bağırdı ki susmasını istedim. Susması için her şeyi yapardım.
Elimi kaldırdım ve gözlerimin rengi değişti. Sinirim damla damla artarken elimden bir büyü topu çıktı ve onun üstüne doğru gitti.
Onu canlı canlı yakarken öylece ifadesiz bir halde onu izledim.
Sonra da içimde oluşan bu tarifi imkansız boşlukla nasıl başa çıkacağımı düşünmeye başladım.
Daha 6 yaşındaydım, 6 yaşında bir başıma kaldığım düşüncesinden çok annemin ölümüne neden olduğum düşüncesi beni yiyor bitiriyordu.
...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
It's a Long Story
FanfictionPeki Magnus ve Alec küçük yaşta tanışmış olsa onları nasıl bir hikaye bekliyor olurdu?