1.4/ Leadon Yangını

1.1K 145 202
                                    

"Bir gün," demiştin, "güneşin batışını tam kırk üç kez görmüştüm!"

Sonra da şunları ekledin:

"Biliyor musun, insan üzgün olduğu zaman gün batımını çok sever."

"Güneşin battığını kırk üç kez seyrettiğin gün, çok üzgündün demek ki?"

Küçük Prens buna cevap vermedi.

**
Withworth Mezarlığı; karanlık ve ıssız olmasının yanı sıra, kalp ritimlerime adımlarımla eşlik edebilecek, zihnimin duvarlarına çarpan düşüncelerin acı dolu inlemelerini duyuracak ve kulak zarımı bu atmosfere dayandırmayıp patlatacak kadar sessizlik barındırıyordu. Bu tür sessizlikler; bizim bildiğimiz türden sesin olmamaması değildi. Nitekim olması da değildi.

Buna halk arasında kelime yetersizliğinden dolayı sessizlik deniyordu. Oysaki bunun sessizlik ile alakası yoktu. Çünkü ses vardı, sadece ben duyuyordum -bu belki de delilikti?- ama yutkunuşlarımın dahi bana bir senfoni şeklinde geldiğini nasıl göz ardı edebilirdim, Tanrı aşkına? Ya da alıp verdiğim nefeslerin oluşturduğu ezgi ses değil de neydi?

Dil Kurumu'na yepyeni bir öneri sunuyorum; bu, gürültülü sessizlikti. Kim ne derse desin, ben bu gerçeğin yadsınamaz olduğunu savunuyorum ve bunu tasdiklediğim en doğru nokta da, eşimi diri bir biçimde emanet ettiğim Manchester Withworth Mezarlığı'dır.

Korkutucu mezar taşlarının arasından sahte cesaretimle geçerken gözlerim bir beyefendi arıyordu. Fevri kararımla gece yarısı yola çıktığımda beni zor şeylerin beklediğini biliyordum ama bundan kastım vücudumdaki orkestrayı dinleyerek ölmüş yuvalarından geçmek değildi. Daha çok zencefilli sakız yoksunluğundan dolayı mide bulantısı, göz kararması yaşayacağımı zannediyordum.

Yanılmıştım; bulanan zihnim, kararan da kalbimdi.

Yürüyüşümü hızlandırdım. Tez zamanda Harry'i bulup buradan çıkarmak, kalbine akıttığı göz yaşlarını silip kanayan yaralarına merhem olmak istiyordum. Haddim değildi, bu yüzden belki bana itiraz ederdi, inatçılık yapıp reddederdi veya azarlardı. Kibarlığından ödün vermeden, nazikçe geldiğim gibi gitmemi söylerdi. Fakat gitmezdim, beni buraya bir yerlere, diri diri gömse dahi onu almadan dönemezdim.

Ve eğer tüm gün burada kalacak olursak; ona evdeymiş gibi hissettirirdim.

Bizim evimizde gibi.

İçimdeki endişeyle öylece dolanırken karanlıkta parlayan, birbirine dönük onlarca yalnız haçın ardından, battaniyeye sarılmış bir adam gördüm. Önüne oturduğu mezarın üzerini okşuyor, soğuktan kızarmış burnunu her hıçkırık sonrasında çekiyor ve yanaklarına düşen yaşları silmeye gerek duymadan, titreyen sesiyle konuşuyordu. Bu adamın Harry olduğunu anlamam uzun sürmedi.

Öyle ki; bu halini tanımasam daha iyi olurdu. Eğer bizzat şahit olmayıp televizyonlarda izlesem ya da bir kitabın tozlu sayfasında okusam bile gözlerimi dolduracak kadar duygusal bir görüntüsü vardı. Tıpkı kanatları koparılmış bir kuş gibiydi. Uçacak cesareti kalmamış, umudunu yitirmiş, yaşama sevincini gökyüzüne emanet edip düşmüş bir kuş gibi.

Onu böyle hayal edince, canım yandı.

Konuşmasını bölmemek için arkasında dikilirken ellerimi birbirine sürterek ısınmaya çalıştım. Hava buz gibiydi. Ayrıca bu kış uzun sürmüştü, çok kritik ve yoğun olaylar yaşamıştık. Hatta başta, Teddy'i ziyarete geldiğimde Harry'nin içeride kasten uzun durması ve benim artan hastalığım sonucunda bayılışımı hatırlıyorum, arkamdan bağırışını, gözümü açtığımda evinde oluşumu, sonra aklımdan hiç çıkmayaşını.

Chaos and The Calm | h.sHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin