Uzun zamandır çıkmadığım Manchester yolunu ön koltukta huzursuz bir şekilde katederken Harry, gerek zaman zaman dikiz aynasından yansıyan çarpıcı bakışlarıyla, gerek az kaldığını haber veren yumuşak ses tonuyla, gerekse elimin hemen üzerindeki eliyle beni rahatlatmaya çalışıyordu. Torpidoyu açtığım anda yere düşen onlarca sakız paketini toplamaya ve içinden bir tanesini elime almaya çalıştığımda eğildiğim için midem daha fazla bulanmış, yolculuklara zilyonuncu kez küfretmiştim. Üstelik bu sefer bana karşı çıkmamıştı.
"Son on beş kilometre." Harry belirli periyodlarla yolu hatırlatmaya devam ederken -ve konumu değişen parmaklarıyla telkin verircesine bacağımın üzerini okşarken- hala varmadığımız için gözlerimi devirmekten kendimi alıkoyamadım, ardından başımı arkaya yaslayarak derin bir nefes verdim. Hızlı değildik, yol çok virajlı da değildi fakat yine fenalaşmıştım ki bunun artık psikolojik olduğunu düşünmeye başlıyordum.
Bebek koltuğunda oturmuş Teddy, elindeki çubuk krakerleri büyük bir keyifle yiyordu. Üzerine bahar ayları için sakladığım sevimli gömleklerinden birini giydirmiştim, saçları uzun zamandır kesilmediğinden uzayıp kulaklarını örtecek hale gelmişti ve kilo almıştı. Yanakları dolmuş, iyice toplanmıştı. Kullandığı kelime sayısı da arttığı için sevdiği yemekleri daha anlaşılır şekilde istiyordu, böylelikle yeme düzenini oturtmuştuk. Öğün atlamıyor, besinleri yeterince alıp doyarak kalkıyordu.
Ayrıca yeni bir huy edinmişti: Yanında bulunan insanları kendine has çocuksu aksanıyla taklit ediyordu. Şahit olup gülersek elleriyle gözlerini kapatarak utanıyor, ciddi anlarda istemsizce boş bakışlar atarsak heyecanla başka bir alana koşuyordu.
Bir de Matthew vardı tabii. Arka koltukların tam ortasında oturup kolunun birini Harry'nin omzuna, diğerini de benimkine yaslayarak rahatına düşkünlükte sınır tanımayan; trafikte yaratıcı çözüm önerileriyle pes dedirten çılgın ikizim. Onu neden yolculuğumuza ortak ettiğimizi bilmiyordum. Konuşmuştuk ve sabahı yanımızda bitmişti. İzin alıp gerekçe sunmamıştı, biz de reddetmemiştik.
"On kilome-"
"Yeter psikolog."
"Bunun işe yaradığını düşünmüştüm." Harry sitemkar şekilde Matt'e baktı. Atışmalarına kulak vermemek için sakince gözlerimi kapatıp içimden saymaya başladım. On kilometre yaklaşık sekiz dakikaya tekabül ederdi ve bunu yüzlerce sayıya sığdırmak zor değildi.
"Kendini kandırmışsın."
Altı, yedi, sekiz.
"Neden sürekli beni bastırma çabasındasın? Onun için otuz sekiz paket zencefilli sakız aldım ve yavaş gitmeye özen gösterdim. Hem içerinin ısı seviyesi ideal, gerektiği zamanda camı da açıyorum. Telkinlerim kafasını dağıtıyor." Zihnimdeki kargaşayı susturup anlamak için bir süre beklerken, ardı ardına gelen rögar kapaklarının üzerinden geçtik ve bunun sarsıntısı elimi yumruk yapıp karnıma dayamamla son buldu. Matthew ise o sırada altta kalmayarak hazırcevap davranmıştı.
Yirmi, yirmi bir.
"Haklısın, çok rahatlamış gözüküyor. Sayende önüne değil de senin üzerine kusacak."
"Beni kıskanıyorsun, değil mi Matt? O yüzden Ria'nın olduğu ortamlarda laf sokuyor olmalısın. Yoksa yalnızken gayet de iyi anlaşıyoruz."
"Bu deli saçması tespitlerin için sana diploma veren üniversiteyi-"
Otuz dört.
"Kapayın çenenizi!" Dayanamayıp bağırdığımda camı sonuna kadar açıp başımı dışarıya çıkardım. Rüzgar sıkı sıkıya bastırdığım saçlarımı havalandırdı, tenimi yalayıp geçti ve bu his yatıştırıcı bir etki bıraktı.