Zamanın çoktan sildiği bir hata için cezalandırılabilir miydi insan?
Harry Styles'ın, defalarca altını çizdiği cümleyi okuduğum ilk saniye, beynim evet çığlıkları ile yankılandı. Bu yankılar birer hazır cevaptı, refleksti. Hakkında binlerce sayfa deneme yazılabilir potansiyele sahip bu soruyu anlamak için bir saniye elbette yetmezdi fakat ön yargılarımı ve acelemi bir kenara itip uzun uzadıya düşünmek için de gereken ortama sahip değildim. Bu yüzden kafa karışıklığımı eve, onunla paylaştığımız yatağa sakladım.
Başımı yastığa koyup aklıma getirdiğim ilk saat, cevabım hala aynıydı. Kendi kendime birçok tez oluşturmuş, iç sesimi saçma bir role sokarak zihnimde küçük bir münazara başlatmıştım. Bir yandan insanın cezalandırılması gerektiğini savunuyor, diğer yandan bu yargıyla zıtlaşıyordum. Çelişkilerim beni evet ve hayır yanıtlarının arasındaki ince çizgide sallandırmaya çalıştığında, diğer tarafa döndüm; onun kapanmış gözlerini, parlayan kirpiklerini, aralık vaziyette duran dudaklarını gördüm.
Bu, içsel tartışmama hiç yardımcı olmamakla birlikte, savunduğum tüm tezleri yok etti, yansıttığı görüntü nefesimi kesti. Beni derinden etkilediği ve bu mühim soruyu tartışmamda objektifliğimi yitirmemi sağladığı için yatakta doğruldum ve sırtımı arkama dayadım. Yeni manzaram pencereden giren gölgenin süslediği duvardı.
Düşünmemin ikinci saatinde; bir insanın cezalandırılması için gereken sebepleri ve sonuçları göz önüne getirdim, buna yönelik asıl sorumuzu, Zweig'in repliğini, aklımdan çıkarmayarak bambaşka teorilere başvurdum.
Zaman gerçekten hataları siler miydi?
Siliyorsa bu hata ne olmalıydı?
Ya da olmamalıydı?
Alt başlık olarak yüzlerce soru daha türedi. İşimi kolaylaştırmak adına yalnızca Harry'nin zamanda hata sıfatına aday gösterilen olaylarına odaklandım. (Bu da üçüncü saatte gerçekleşti.)
Bir yaz günü; Leadon Vadisi'ne yapılan bir gezide, herhangi bir nedenden dolayı çıkan yangında, kırk sekiz kişinin yaralanması ve maalesef on bir kişinin ölmesi bir hata mıydı, önce buradan başladım.
Yapılan araştırmalara göre, bu kasıtlı değildi. Vadiye çok yakın bir yerde, parlayıcı sıvı taşıyan bir tankerde hareketten dolayı, tankın içerisindeki sıvı çalkalandı ve statik elektrik yükü birikti. Oluşan bu statik elektrik, yükün tehlikeli seviyeye erişip patlamasına sebep oldu. En azından gazetede böyle yazıyor, o tankerin yolunu kaybettiği için vadi yakınlarına geldiği de eklenen bilgiler arasında.
Buradan anlaşıldığı gibi, tarihi Leadon Yangını bir hata değildi.
Peki ya Mallory'nin ölümü?
Düşünme sürecimin dördüncü saatinde, bunun da bir hata olmadığını anladım. Harry olaydan birkaç saat önce sevgilisine şiir yazmak için tenha bir köşeye çekilmişti, Mallory de gezi rehberi ile vadideki nergisleri keşfetmeye devam etmişti. O kafileyle birlikte olmamak Harry'nin suçu değil, bir tercihiydi. Çünkü hiç kimse yangının çıkacağını bilemezdi, yani Harry o anda orada olsa bile elinden bir şey gelmezdi.
Sonuç olarak, altı ısrarla çizilen bu soru, bir adamın yaşadıklarından çok hissettikleri ile alakalıydı. Ve bu adam, kendini neredeyse on yıl boyunca ilişkiye kapatıp hayatını kimsesiz bir çocuğa adayan koca yürekli İngiliz Beyefendisi ise duygularını tahmin etmek çok zordu. Ketumdu, kalbini gizlemekte ustaydı.
Gün doğduğunda ve düşüneli beş saat olduğunda, belki abartı gelebilir ama hayır, daha her şeyin başında olduğumu anladım fakat usanmadan uğraşıma devam ettim. Çünkü bana yakınlaşmasını sağlamak için önce tüm sorunları halletmeli, ne kadar zor olsa da empati yaparak soyut dünyasına girmeliydim. Bu amaç doğrultusunda, sevgili eşimin psikoloji kitaplarını karıştırarak yas sürecini okudum.