2.3/ Vaatler, Sözler, Yeminler

1.4K 142 233
                                    

İlk adımı o attı.

İkinci adım ilkini aratmadı; yavaş ve temkinli, büyük ama ürkek bir şekilde gerçekleşip duvara gölgesini kazıdı.

Üçüncü ve dördüncü; hakkında düşündürmeyecek kadar ani, nefesimi kesecek kadar hızlı ve ısısı değişen ellerimi elbiseme sabitleyip destek almamı gerektirecek kadar aceleci oldu.

Saymayı bıraktığımda da değişen parfümünü hissedebilmeme olanak sağlayacak, refleksle -biraz da yoğunluğu yüzünden kalbimi boğazıma taşıyan ritimlerin oluşturduğu baskıyla- geri adım attıracak yakınlığa ulaştığını fark etmem bir oldu. Her şeyiyle net bir şekilde karşımda duruyor, duyduğum hasretle zihnimde belirmesi için güzelliğini betimlemeye çalıştığım gözleriyle, gözlerimin tam içine bakıyordu.

Gözlerinin tam içine bakıyordum.

Dile zor otuz gün boyunca; arkasında bıraktığı acı, beraberinde götürdüğü merhem ve aramıza bıraktığı belirsizlik ile hayata devam ederken otuzuncu günün on sekizinci saatinde, kaosun en derinden etkilediği benliğim ve sahte sakinlikle yıpranmış ruhumla ona bakabiliyor, genzimde yanan nefesle düşünmeyi deneyebiliyordum.

Hayattaydı, sağlıklıydı, kısa saçlıydı.

Ve dudakları, en günahkar haliyle dişlerinin eziyetindeydi. Tıpkı küfür kokan kelimelerinin aralarından çıkmasına, tutkuyla benimkilerle buluşmasına pişmanlıkla ceza verir gibi. Kanatıp yok etmek ister gibi.

Ya da şansı varken tekrar öpmek yerine, terk ettiği için ızdırap çektirir gibi.

Sızlamaya başlayan burnum, bu pozisyonu bozmam gerektiği sinyallerini verirken odak noktam yüzünden aşağıya kaydı, kolyesini buldu. Nereden başlayacağıma karar veremediğimden biraz daha beklemeye karar verdim ki Harry, bana yardımcı olarak sessizliği bozdu.

"Aynen Matt Willoughby'den alıntılıyorum." dedi ilk başta, çalışılmış bir ifade, ezberlenmiş bir tebessüm eşliğinde. Daha sonra genzini temizleyerek sesini kalınlaştırdı. "Depresyona giren kadınlar gibi olmuşsun psikolog, Ria bu halini görse önce kıçıyla güler sonra da salya akıtırdı."

Tıslamaya benzer, garip biçimde kıkırdadığımda (refleksifti ve anlıktı) o da dişleri dudağına geçmiş halde durmaya devam etti. Terbiyesiz ikizime yakışır hareketti, şaşırmadım. Hemen sonra tepkimin farkına varıp hızla arkamı döndüm ve odanın içine göz attım. Keith oturduğu koltukta işaret parmağı şakağında ritim tutar vaziyette bizi izliyor, Matt de taklidini yapan Harry'e söylenmekle meşgul oluyordu. Dönüm noktamızın sonrasındaki ilk karşılaşma da böyle oldu. Harfler sanki hiç bir araya gelmemiş gibi afalladı, çekilmesi gereken nutuklar yerini basit bir espriye bırakarak aramızdaki sükunete son verdi. Biraz sonra Harry, yanımdan usulca geçerek Teddy'nin bulunduğu koltuğa çöktü.

Aynı koltukta oturan Matthew yüzüne sabitlenmiş güleç tavrıyla başka bir yere geçti. Harry; burada kaldığı sürede onu ikna etmiş, pişmanlığına(?) veya kendini affettirecek başka bir şeye inandırarak kendini güvence altına almıştı. Aksi mümkün olamazdı zaten, Matt çektiğim sıkıntıları gördüğü ve beni her şeyden çok önemsediği için onu mahvederdi. Mahvetmeliydi.

Harry'nin kucağına oturan Teddy; ellerini görüş alanındaki kısa perçemlere daldırdı, her zaman olduğu gibi çekiştirmeye çalıştı. Babasına kavuşmanın getirdiği o garip duygu, gözlerinden süzülen hayran bakışlara yansımış, yüreğimi yumuşatmıştı. Cevabını araadığım her soruyu haykırırcasına şiddetli, yine de baba sıfatını kabullenmeyi denercesine bir hali vardı. Veya ben oğlumu bu duygu kalıbına sokuyordum. Zaten birkaç saniyenin ardından Harry'nin minik parmakları kendisinden ayırması kolay oldu ve doğrularak oğlunun yüzünü ellerinin arasına aldı.

Chaos and The Calm | h.sHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin