Kanlı Bıçak

409 35 13
                                    

Acının her rengi gözlerimden damlıyormuşçasına bırakıyordum özgürlüğe yaşlarımı.
Her yaşta biraz daha büyüyordum.
Göz yaşlarım büyütüyordu beni.
Bağlandığım sonlardan sonsuzluğa yürüyordum.
Bağlandığım insanlardan yalnızlığa koşuyordum.
Rüzgar saçlarımın arasından bir bıçak gibi geçip gözlerimi yakıyordu.
İçimin yangınından daha az...
Acılı bir keman çalıyordu hayatımın arka fonunda.
İnce parmaklarım arasından sıyrılan benliğim son kez gülümsedi bana.
O da bırakıyordu beni.
Acılı bir kahkaha, acılı bir anne, acılı bir yara, acılı bir müsabaka...

Doğduğum andan beri bu hayatla savaşıyordum.
Başıma giren ağrıyla durdum ve yere eğilerek duvar dibine sindim.
Bacaklarımı kendime çekerken o an orada yok olmak istedim.
Hiçliğin kollarında hiç olmak.
Bir aşk şarkısı olup birilerinin dilinde mutlulukla dolanmak.
Kalbim kendine bile yabancılaşan bir düşmandı artık.
İnsanın en büyük düşmanı kalbidir.
Kalbim yendi hep beni...

Ayağa kalkarak başımı duvara sertçe vurdum ve ellerimle tutunup "Yeter artık," diye çığlık attım acılı bir serzenişle.
Kendimden kaçmaya çalıştığım her yerden kendimle çıkıyordum.
"Yeter, yeter, yeter," hıçkırıklarla ağlarken boş duvara anlattım içimdeki tüm hüsranı.
Tüm yorgunluğu, tüm savaşı, tüm acıyı...
Kendimi bir dostlukta düşledim ama Aras'ı kaybettim.
Romanlardaki kahramanlardandı o.
Benim kahramanımdı.
Zaman zaman özel güçlere sahip olduğunu sanacağım kadar güçlüydü.
Kendi düşmüşken beni ayağa kaldırdı.
Şimdi ayağa kalkıp koşmaya devam ettim başımın beynimi delip geçen zonklamasına aldırmadan.
Şu an tek istediğim ölmekti, Aras'ı tekrar görebilmek için...

Biraz koştuktan sonra banklarla dolu bir çocuk parkının yakınlarında yoldaki bir banka oturdum.
Yavaş adımlarla oturacağım yere yaklaştığımda soluk soluğaydım.
Gölgemdeki silüetimi bile görmek istemiyordum.
Birazdan ölecek biri gibi yaşamak istiyordum.
Her yere daha anlamlı bakmak.
Her köşeye bir iyilik bırakmak.
Her şeyin birazdan son bulacağına inanmak.
Uras'ı sevdiğimi biliyordu.
Kendimi bile kandırdığım, kimsenin bilmediğini biliyordu.

Yanımda bir nefes olduğunu, konuştuğunda anlamıştım. "Bizi rahat bırak." dedi düz, uzun, yüzünün tonuna güzellik katan kahverengi saçlı kız.
Benden çok daha olgun gözüküyordu. Birkaç yaş büyük olduğu belliydi.
"Daha ne kadar mahvedebilirsiniz hayatımı?"
Sesi bir yakarıştı.
Çaresizliğin hırçın kollarında kulaç atmaya çalıştığı her halinden belli oluyordu.
Gözlerimi kapatıp önüme bakmaya devam ettim.
Telefonu kapatıp acılı bir nefes verdi.
Ona baktığımda gözlerimiz birbirini esir aldı.
Gözlerinin üstüne hafifçe düşmeye başlayan kâkülleri ona, onu anlamlandıran bir hava katmıştı.
Gözleri kahverenginin en koyu tonuydu.
Gözlerinin altındaki derin morluklar bana kendimi andırdı.
Benden çok daha fazla olan göz altı morluklarını gizlemek istercesine elleriyle yüzünü kapadı ve dirseklerini dizlerine yasladı.

Onu anlamak isteyerek ona bakıyordum.
Benden yardım istercesine gülümseyip "Çok mu belli çaresizliğim?" diye sordu.
"Yabancı olmadığım için anladım," diye karşılık verdim arkama yaslanırken.
Sesi ince ve sanki konuşurken de şarkı söylüyormuş gibi pürüzsüzdü.
Ellerinin üstündeki damarları derisinden kurtulmak istiyormuşçasına belirgindi.
Oturduğu yerden bir çiçeği eline alıp bana doğru getirdi ve "Şu beyaz zambağın içinde yok olmak istiyorum," dedi.
"Eğer başarabilirsen, beni de götür," dedim neşeden uzak bir şekilde gülerek.
"Az önce bir erkek çocuğu şuradan koparıp annesine götürdü ve heyecanla 'anne' diyerek ona verdi.
Daha kopardığı anda annesine vereceğini anladım.
Öyle mutlu kopardı ki...
Bilmiyordu o çiçeği öldürdüğünü.
Ama boşver, hiç bilmesin zaten ölümü.
Annesi çiçeğe göz ucuyla bakıp teşekkür etti ve biraz yürüdükten sonra onu yere attı.
Çocuk annesinin elinden tutup giderken sürekli arkasına dönüp çiçeğe baktı.
Onlar gidince aldım bunu yerden.
Bu çiçeğin içinde o çocuğun heyecanı, hayalleri, umutları var.
Yerde kalmamalıydı.
Bu yüzden kaybolmak istiyorum bu saflığın içinde..."

SARSINTI Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin