"Lütfen Ayas, bana bir şey söyle. Kız, bağır, öfkelen ama çatma o güzel kaşlarını."
Ali'yle bir yere yürüyoruz, burayı iyi biliyorum. Burası bizim ilk buluştuğumuz sokak. İkimiz de biraz çekingen ama o daha çok ürkek. Keşke sarsılsaydım hâlâ vaktim varken... Yasını tuttuğum bir pişmanlık daha. Kendimi uzaktan izliyorum; ağzımı açamayışımı, ona bakamayışımı, bu kadar sinirli göründüğüm hâlde iki kelime edemeyişimi... Ali pes ediyor, etrafına bakıyor bıkkın bıkkın. Onu kaybetme korkumu sindirilmişlik anlamış Ali. Hem bu kadar öfkeli hem de lal olmam yenmiş ilişkimizi, anlıyorum.
Uyanıyorum yavaşça 15 saatlik uykumdan. Bir yılanın kabuk değişimi oluveriyor bana kendime gelme sürecim. Saati uzunca bir süre algılayamıyorum ve geniş terasıma çıkıp havanın kararmış olduğunu görüyorum. Hayatımda ilk kez bir gün ışığını kaçırmanın hüznüyle beraberimde getirdiğim sigara paketimden bir dal çıkarıp, yakıyorum. Sarktığım balkon duvarından caddenin hareketsizliği gözüme çarpıyor. "Ne paklar seni Ayas?" diye soruyorum kendi kendime. Sigaramı bitirene kadar orada kalıp düşünüyorum ama aklıma tek bir yanıt geliyor. Giyinip çıkıyorum evden, saatlerce tek başıma bütün şehri yürüyorum ve son durak olarak ayaklarım yine beni Ali'nin evinin önüne getiriyor. Tehlikeli sayılabilecek bir sokağın orta apartmanı, üçüncü kat. Perdeleri asla kapatmıyorlar. Tam karşısına konumlanıyorum, çok bir şey görebileceğimden değil ama pencerenin önünden geçse bile bu gece bana yeter. Ali'yi görebilmek için saatlerce bekliyorum, ışık hiç sönmüyor.
"Ne olacak görünce?"
"İçimin yangını biraz olsun sönecek."
"Sana yaşattığı onca sıkıntıdan, aşağılamadan sonra başka biriyle yatmasını sadece onu görerek mi unutacaksın. Öl daha iyi."
"Bana neden sürekli ölümden bahsediyorsun?"
"Bunu sürekli düşünen sensin."
"Bana bunu sürekli dikte eden sensin! Sen, ben değilsin, benim sesim olduğunu söyleyip benimle bu kadar ters düşemezsin!"
"Gerçekten kim olduğunu bildiğini sanıyorsun değil mi? Sırtlandığın onca şey sana ölümden başka seçenek bırakmayacak."Hışımla oturduğum banktan kalktım. Bu nereden geldiği belli olmayan ses beni ürkütüyordu. Şüpheyle etrafıma bakındım, kafamdaki sesi inkar etmek istercesine. Etrafta iki tane sokak köpeği dışında hiç kimse yoktu. Son kez salon penceresine baktım ve kimseyi göremeyince eve dönmek için harekete geçtim.
Eve vardığımda sabah ezanı okunmaya başlamıştı bile. Kırmızı koltuklarımdan birine oturup ezanı dinledim.
"Keşke daha inançlı bir kadın olsaydın Ayas. İnancın seni korurdu."
Bunlar Ali'nin sözleriydi. Gerçekten inanmak bir insanı dünyevi bütün zararlardan koruyabilir miydi? Bileğimdeki dövmem olan "believe" yazısına baktım. Bir zamanlar bileğime işleyecek kadar inandığım şeyin ne olduğunu hatırlamaya çalıştım. Belki inanmak, yarımlık hissimi hafifletebilir, tam hissetmemi sağlayabilirdi. Bu sırada sabah ezanı bitti ve ben tam bir farkındalık haliyle ve biraz da çaresizce koşarak banyoya gittim. Suyu açıp altına girdim ve tüm vücudumu temizledim. Eşyalı tuttuğum evimde bir seccade gördüğüme emindim, elimle koymuş gibi buldum. Üstüme başıma da uygun şekilde çeki düzen verdikten sonra geriye tek şey ibadetim başlamaktı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bigane / "Yabancı"
ChickLit"O gece gün doğana kadar aynı bankta oturup bekledim. Gece boyunca hiç telefonum çalmadı, hiç mesaj gelmedi, hiç kendime rastlamadım. Bir gece de kendi hayatıma bigâne oldum. Bir gece de içimde umut adına ne kaldıysa kurudu, içimdeki dikenler büyüdü...