~ İlk bölümlerde aşırıya kaçtığım betimlemeler için özür diliyorum~Şöminede yanan odunların kağıdımı delercesine kızıllaştırması bütün dikkatimi dağıtmıştı. Daha fazla dayanamayacağım apaçık ortadaydı. Mavi tonlarındaki masamın üstündeki kağıdın üstüne kalemi usulca bıraktım ve gözlerimi bu her şeyi, bütün anıları, sevdiklerini, kitaplarını ve hatta aşkını bile sonsuza kadar küle dönüştürebilecek olan sonsuzluğa, yani alevlere diktim. Yaktığı şey ne bir odun olsun, ne de bir kağıt; umurunda bile değildi asla. Sadece o hazzı istiyordu. Kül etmeyi. Kendinden başka her şey etrafında bir araç gibiydi. O ateşti çünkü. Koşulsuz, sualsiz ateşti. Sonra biraz daha düşündüm. Bu ateş başka yerlerde olamaz mıydı? İçimizde mesela. İçimde.
Bir insanın kalbinde bence her zaman vardır ateş. Kimi zaman doruklarını yaşar en yüksek alevleriyle, ve kimi zaman da o kadar küçülmüştür ki; yok oldu sanırsın. Ta ki ufak bir kıvılcımla en yüce halinden de büyük bir şekilde kalbini kavurana kadar. Samanlığın kenarına atılmış sigara izmariti gibi. Hala dumanı tüterken, bir adım yanındaki tonlarca samana dokunabilirse neler yapabileceğinin farkında değildir ateş. Eğer küçük yaramaz bir çocuk eğilip de kulağına fısıldasa yapabileceği sonsuz şeylerden bir kaçını, kim durdurabilir ki bu ruhu?
Bir çöl düşünün. Yıllarca su görmemiş, her şey kuru, her şey yok olmuş. Sonra bir gün gökyüzü tüm kasvetiyle kararıyor. Toprak şaşkın, çatlaklarından fışkıran heyecan paha biçilemez. Özlemleri ve tek çareleri su. Sadece su. Peki ya sonsuz ruha karşı nasıl bir güç su? Bakıldığında sıradan görünen ama her şeyi yok edebilecek şeyi yok edebilmek kulağa çok hoş ve çok güçlü gelmiyor mu?
'' Bade, hadi. Yemek hazır. ''
Aşağıdan gelen bağırış, anneme ait olduğunu gözüme soktuğu halde irkilmiştim. Gözümü son kez şömineye diktim. Odunlar bitmiş, alevler can çekişiyordu. Çok uzun süre oturduğumdan dolayı yürümeyi reddeden bacaklarıma rağmen mimiğimde hiçbir değişiklik oluşmamıştı. Yavaş adımlar attım önce. Masanın en uç köşesinde duran cam sürahiye uzandım ve tek elimle kaldırdım. Şömineye yine yavaş adımlarla ilerledim ve yürüyüşüme olabildiğince zıt bir şekilde bütün suyu can çekişen ateşe boşaltıverdim. O kadar beklenmedik bir hızdı ki; ateşin hızı ne kadar az olsa da çok yüksek bir ses çıktı.
Şu şöminede yanan aciz ateşi yok etmiştim. Ama gücüm sadece buna yetiyordu. Asla kalbimdeki ateş parçalarını söndüremeyecektim. Evet, parça değil parçalardı onlar. Birden fazlaydılar. Hepsi birikti. Umut kırıntılarımı bile yanmamak için önceden intihar ettiler.
Sürahiyi eski halime dönerek usulca masaya bıraktım. Dengesiz olmak hoşuma gitmiyor değildi. Kapıya yöneldim. Elimi ışık anahtarına uzattım ve son kez odama baktım. Rengi yıllara meydan okuyan yatağıma, gömme dolabıma ve bu akşam da hiçbir çizim yapamadığım boş kağıt ve kalemle bana alayla bakan çocukluğumun onunla geçtiği masaya baktım. Işıkları kapattım ve bir tutam saçım önüme geldiği için pis pis bakışlar attım. Kalbimi bu hale getirenlerden sonra en sevmediğim şey saçlarımdı. Dümdüz ve açık kahveringilerdi. Çok sıradan. Cebimde böyle bir saça sahip olduğum için her zaman taşımam gereken bir toka vardı. Hemen çıkarttım ve merdivenlerden inerken bir yandan hızlıca örgümü açtım. Sadece örgüden çıkan bir tutam saç yüzünden yeniden örmek çok adaletsizce geldi. Yine bir tutam saç çıkabilirdi ördükten sonra. O yüzden tokamı çıkartıp at kuyruğu yaptım ya zaten.
Annemle babam yemek masasına oturmuş bana bakıyorlardı. Onlarla uzun zamandır böyle birlikte yemek yememiştik. Sofrada ne olduğu umurumda bile değildi. Şu an tek önemli olan şey; anne ve babamın da bu sofrada olması ve yemekleri şu kısa etekli kadının değil de annemin yapmış olmasıydı. Kısa etekli kadını hiç sevmezdim. Asla gülümsemezdi. Hep çok duygusuz bir kadındı. Bazen o kadar soğuk davranıyordu ki; ben onun evinde çalışıyormuş gibi hissediyordum. Anneme karşı da öyleydi. İyi ki küçük kardeşime bakan hizmetçi başka biriydi. Bu kadın olsaydı eminim kardeşim onun davranışları yüzünden hep içinin en derin köşelerinde bir sevgisizlik ve korkuyla büyürdü. Kadını sevmememin bir diğer sebebi ise babamda gözü olmasıydı. Yani bunu bir tek ben biliyordum. Babam çağırdığında gülümseyerek geliyor, en ufak bir şeyde cilveli bir şekilde gülüyordu. Bir keresinde ben merdivenlerden inerken babam ona çağırmıştı ve o beni fark etmedi. Gözümün önünde zaten giymese de bir değişiklik fark edilmeyecek kadar kısa olan eteğini bir hışımla daha da yukarı çekmişti. Ama bunu anneme söyleyemezdim. Zaten o kadar da samimi değildik annemle şu aralar. Sürekli şehir dışındaydılar ve onları özlediğimi gururuma yedirip her seferinde yalvararak söylesem de sık gelmiyorlardı. Babam biraz daha iyiydi bana karşı. Mesela küçükken parklara hep onunla giderdim ben. Annemle değil.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ateş
Fiksi RemajaBir fermuarla hayatın ne kadar değişebilir? Hayal etme, çünkü cevabı zaten tam burada. Kapak tasarım: holanriss