Bölüm 14

73 32 24
                                    

Bu bölüm çok beklemişti, 2 yıl aradan sonra herkese merhaba. Bu bölümü yazarken tıpkı iki yıl önceki gibi kurgunun gidişatı, her bir bölümde neler olacağı ve sonu, hepsi aklımdaydı. Umarım bu kitabı finale erdirince benim aklımdaki her şey, sizin zihninizdede yer edinir ve bir iz bırakır.

İyi okumalar.

Benim hikayemin sonu gelmiş, istediğimi elde etmeme ramak kalmış gibi düşünmeme rağmen, sanki her şey yeni başlıyor gibi bir his içimde yer edinmişti.

Aklımdaki zaman kavramı yavaş, hızlı, olağan olup varlığını yitirmiş, karman çorman olmuştu.

Gök ve yer birbiriyle her zaman zıt, farklı ve ayrı olmuşlardır. Aralarındaki sınır her zaman çizgisini muhafaza etmiş, göğün yere üstünlüğünü haykırır gibi dikilmiştir.

Bazı insanlar gök olup altındakilerin hayranlıkla baktığı bir varlığa benimsenmiştir. Bazısı yer olmuş ve ayaklar altında çiğnenmiştir.

Bende hep Sinan Özgün'ü yerle bir etmek istedim. Zira o benden en değerlimi çalmıştı. Hayat bir bedel yuvasıydı, bir şey yaparsanız -iyi ya da kötü- bu karşınıza elbet bir gün çıkardı. Zira dünyanın mottosu budur.

O gün Sinan Özgün içinde bu mottonun gerçekleşeceği gündü, adaletin Sinan Özgün içinde işleyeceği gün. O günü gerçekten çok bekledim, gerçekten. Ve geldi.

Mahkeme günü.

İşler istediğim gibi gittiği sürece ya ağırlaştırılmış müebbet ya da kendisi için şanslı sayılacak bir ihtimalle sadece müebbet alacaktı. Çünkü küçük insanlar; adaletten Sinan Özgün bile olsanız, kaçamazdınız.

Kalabalık bir Adalet Sarayı bahçesi. Bir tarafta bu büyük günü kendi karelerine yansıtmak isteyen haber muhabirleri, bir tarafta Sinan Özgün'ün tanıdıkları, bir tarafta polisler ve diğer güvenlik birimleri, bir diğer taraftaysa Kenan, Ateş.

Ateş'te gelmişti. Gözlerini Sinan Özgün'e çevirince, onun bu çaresiz halinden zevk alan memnuniyet ifadesi yüzüne yansıyor, ancak bana çevirince suratı bir anda nefreti doruklarında yaşayan bir bakışı tam gözlerime odaklıyordu. Beni öldürmek ister gibi bir bakışı vardı, hoş, 'gibi' kelimesini eklemeye pekte gerek yoktu. Bal gibi ortadaydı.

Kenansa, onu hiç böyle görmemiştim. İfadesizdi. Oysa onun her halinden o an nasıl hissettiğini hep anlarım sanırdım, yanılmışım. Ki bu ifadesizlik bir taraftan ürkütücüydü.

Yavaşça ağır adımlarla büyük binanın mahkeme salonuna ilerlemeye başladık. Muhabirlerin her bir sorusunun tamamını cevapsız bırakarak elbette. Onlarla uğraşacak zaman yoktu. Sonunda mahkeme salonuna girdiğimizde Ateş ve Kenan'da peşimizden gelmişlerdi. İkisi en arkadan farklı uçlara birbirilerine hiç bakmadan oturdular.

Mahkeme zamanının gelmesi sürecinde Ateş'te polis tarafından sorgulanmış ve beklendiği gibi hiçbir sonuç alınmamış, serbest bırakılmıştı.

Bizden sonra içeriye savcı, hakim ve diğer mahkeme görevlileri girip yerlerine geçtiler. Savcı Sinan Özgün'ün ifadesini alan savcıydı. Hakimse mesleğine göre genç biriydi. Simsiyah saçları kendi boyu gibi kısaydı ve tahminen otuzlu yaşlarındaydı.

Ve o sesi duyduk hakimden;

"Dava başlamıştır." Ve yine hakim tarafından masaya vurulan bir tokmak sesi. Ardından sözlerine devam etti hakim;

"Sanık Sinan Özgün; birinci derece yakının olan Olcay Özgün ve karısı Funda Peyker'in cesetlerinin senin arazinde bulunmasından ve polis sorgulamasından ötürü bu cinayeti senin işlediğin yönünde savcı tarafından bildirilen taleple mahkeme açılmış olup, senin ve avukatının savunması son ana kadar dinlenecek ve olayın aslı malumumuz olup kararımı bildirmek üzere Türk kanunlarınca yargılanman üzere burada toplandık." dedi, elindeki bir peçeteyle alnındaki teri sildi ve sözlerine devam etti;

Hayal İpliğiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin