n i n e

3.1K 271 40
                                    

"oh, my blood once was my own, but in one touch you made it yours. what have you done? what have you done?"

|

"oh, benim kanım, bir zamanlar bana aitti ama bir dokunuşla onu sahiplendin. ne yaptın? ne yaptın?"

-

Kafenin dışında tırnaklarımı kemirerek beklerken Elliot sonunda yanıma ulaştı ve bana endişeli bir şekilde baktı.

"İyi misin?"

"Hayır!" diye bağırdığımda yanımızdan geçen bir kadın bana garip bir bakış attı ve utançla duvara doğru geriledim, başım ağrımaya başlamıştı.

"Salak." diye homurdandı Elliot. "Yine neden drama kraliçeliği yapıyorsun?"

"Tamam, şöyle." derin bir nefes aldım ve kafenin içinde göz gezdirdim, Bradley hâlâ tezgahın ardındaydı ve bir kadının siparişini alıyordu. "Bradley'ye çıkma teklifi edeceğim."

"Ne?" Elliot şaşkınca bağırdığında tekrardan gözlerin üstümüze döndüğünü hissettim ve avcumu alnıma yerleştirerek kendimi delici bakışlardan korumaya çalıştım, ilgi odağı olmayı sevmiyordum.

"Bağırmasana!"

"Ne?" dedi Elliot tekrardan. "Doğru mu anladım? Bradley'ye çıkma teklifi edeceksin?"

"Evet. Sonuçta ruh eşim, değil mi? Ona çıkma teklifi etmemde sorun yok." dedim omuz silkerken, ama hiç rahat değildim. Bu durumdan hoşlanmıyordum. Bradley iyi birine benziyordu ve daha önce birkaç kere muhabbet etmişliğimiz olmuştu ama ona romantik anlamda ilgili değildim. Bu olmaması gereken bir şeydi, neden ruh eşime karşı arkadaşça bir tutuma sahiptim?

"Ama o senin, onun ruh eşi olduğunu bilmiyor." dedi Elliot bilmişçe başını sallarken. "Bu sizi çok saçma bir duruma sokar. Ayrıca, ondan hoşlanmıyorsun ki, neden onunla çıkmak istiyorsun?"

"Annabelle'in haklı olmadığını ispat etmeliyim." dedim ama daha çok kendimi ikna etmeye çalışıyordum. "Bradley ile çıkabilirim ve bunu geçen seferki gibi engelleyemez."

"Ah, Willow." dedi Elliot, gözleri sol tarafımdaki bir şeye takılmıştı. "Bence bundan çok emin olmamalısın."

Baktığı tarafa döndüğümde park halindeki siyah bir araba gördüm. Arabanın motoru durdu ve kapı açıldı, Annabelle yüzünde aptal bir gülümsemeyle arabadan indi. Üstünde siyah kot şortun içine sıkıştırılmış bir Fall Out Boy tişörtü vardı. Gözlerimi devirmemek için kendimi zor tuttum, neden bu kadar klasik olmak zorundaydı ki? Siyah sırt çantasını omzuna atarken gözlerimiz kesişti ve yeşil gözlerini çevreleyen göz kalemi gerçekten gözlerimi devirmemi sağladı.

Kafeye doğru yürümeye başladı ve yanımıza yaklaştığında, oldukça ani bir karar verdim. Tam önümden geçtiği sırada hayatım boyunca yaptığım en çocukça şeyi yaparak ayağımı öne uzattım ve takıldığında, yüzündeki gülümsemenin silinip yerini şaşkın bir ifadeye bırakışını zevkle izledim.

Ardından yaptığım şey bundan bile daha tahmin edilemezdi. Yere düşmesine saniyeler kala öne doğru atıldım ve kollarımı beline dolayarak onu geriye doğru çektim, sırtı gövdeme dayanmıştı ve bu anı kendi lehime kullanabileceğimi fark ettim.

"Yoksa seni cidden yere düşüreceğimi mi sandın?" diye fısıldadım kulağına doğru, saçlarını kulağının arkasına sıkıştırmış olması bunu kolaylaştırmıştı. "Belki de ben senin kadar acımasız değilimdir."

"Acımasız olmayabilirsin ama salak olduğun kesin." dedikten sonra başını hafifçe yana çevirerek gülümsedi ve ben ne olduğunu anlayamadan beni duvara doğru ittirdi. Sırtım duvara çarptığında ciğerlerimdeki hava boşaldı, bu kadar güçlü olduğunu fark etmemiştim.

"Kas mı çalışıyorsun?" diye sorguladığımda gözlerini devirdi.

"Eh, Bradley'den daha çok çalıştığım kesin." yamukça sırıtarak konuştuğunda sesindeki alaycılığı anladım ve başımı çevirerek kafenin içine baktığımda Bradley'nin gözlerinin üstümüzde olduğunu fark ettim. Muhtemelen olan her şeyi görmüştü.

Bu da onunla olan şansımın ellerimden kayıp gitme şekliydi.

Annabelle yavaşça omzuma vurduğunda ona döndüm. Dudaklarını büzerek başını yana eğdi ve kocaman açılmış gözleriyle bana bir balık gibi bakmaya başladı.

"Ne?"

"Üzülme." dedi bir çocuğu teselli ediyor gibi. "Kendine daha uygun birini bulabileceğine eminim. Adı Jack, Luke ya da Dylan olan biri. Sana yakışırlar, ha?"

Tekrardan yavaşça omzuma vurdu ve yanımdan uzaklaştı. Yüzünü göremiyordum ama sırıttığına emindim ve o aptal sırıtışını dağıtmak için elimden geleni yapmak istiyordum. Elliot garipçe öksürdüğünde onun da yanımda olduğunun farkına vardım ve soru dolu bakışları altında iç çektim.

"Beni buradan uzaklaştırır mısın?"

"Ama kahve?"

"Kahvenin kan aromalı olmasını ister misin? Sanmıyorum."

-

yeter, artık didişmeyin, diyordu elliot. bradley bir köşede ağlıyordu. annabelle şeytani planlar kuruyor, willow sinirden kuduruyordu. çıldırın, diyordu maura. hepinizin burnundan getireceğim. okurlar, bıktık senden, diyordu. maura yüzsüzdü.

anyone else |gxgHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin