f i f t e e n

2.9K 277 65
                                    

"and no matter how far and wide i roam, you're the only one i'll ever know."

|

"ve ne kadar uzak ve geniş yol alsam da, tanıyacağım tek kişi sensin."

-

Birbirimize şaşkınca baktığımız dakikalardan sonra sonunda konuşma kararı aldım, çünkü bir şekilde kendimi bu durumdan kurtarmam gerekiyordu. Nasıl olacağını bilmiyordum, ama elimden geleni de ardıma koymayacaktım. "Dinle, açıklayabilirim."

"Açıklamanı istemiyorum." dedi sanki elektrik çarpmışçasına geri çekilirken, parmaklarını sıktığında boğumları beyazlaştı.

"Ama ben olayı açıklamadan ne olduğunu bilemezsin!" diye mızmızlandığımda başını iki yana salladı, dudaklarına öfkeli bir gülümseme yerleşmişti ve bu istemsizce gerilmemi sağladı.

"Ne olduğunu çok iyi biliyorum, Willow." adımın dudaklarından dökülüş şekli, üstümde bir tokat etkisi yarattı. İğrenmiş gibi konuşuyordu, sanki bu isme sahip olmam tiksindirici bir şeydi. "Yalan söyledin. Her şeyle ilgili. Adınla ilgili, ruh eşinle ilgili, kim olduğunla ilgili. Daha nelerle ilgili yalan söylediğini tahmin bile edemiyorum."

"Ama bunun bir sebebi var!" diye çıkıştım. Haklıydı, her şeyle ilgili yalan söyleyerek bir yalan çukuruna batmıştım ama yine de bir sebebim vardı. Hiçbiri boş yere yapılmış şeyler değildi.

"Bu, "Göründüğü gibi değil!" diyeceğin kısım mı?"

"Hayır, sadece olanları anlatacağım kısım. Dinle, tamam mı? Sonra istediğin şeyi düşünebilirsin, sadece hikayenin aslını duyman gerekiyor." derin bir nefes aldım. "Seninle çarpıştığımız günün akşamüstü kafede karşılaştık, hatırlıyor musun? Benim önümdeydin, Bradley'ye adının Annabelle olduğunu söyledin ve panik yaptım. Ardından Bradley'nin isim kartını okudum ve daha çok panik yaptım, çünkü Bradley de benim ruh eşim. Sonra parayı ödemek için elini uzattın ve orada adımı gördüm. Ardından Bradley sana parayı geri uzattı ve onun kolunda aynı yerde yine Willow yazıyordu. O anda nasıl hissettiğim hakkında hiçbir fikrin yok, gerildim, anlıyor musun? Ne yapmam gerektiğini bilmiyordum ve panikle adımın Emily olduğunu söyledim, sonra aksini iddia etmeye de korktum, o yüzden her şey bu hale geldi."

"Eğer ben kendim bunu fark etmeseydim asla Willow olduğunu söylemeyecektin." dedi geriye doğru bir adım atarken, hâlâ öfkeliydi ama yeşil gözlerinde tiksinmiş bir ifade vardı. "Ne olursa olsun, böyle bir şey yapmaya hakkın yoktu, Willow! Bunun kulağa ne kadar saçma geldiğinin farkında mısın? İki ruh eşimi aynı yerde görünce panikledim ve olmadığım biri gibi davrandım!"

"Biliyorum, bu şu anda düşününce hiç mantıklı gelmiyor, ama o anda bana çok mantıklı gelmişti. Sana acayip sinir olmuştum, ruh eşin olduğumu bilmeni istemiyordum ki!" dedim ama konuştukça daha çok battığımın farkındaydım, kendimi bu saçma andan nasıl çıkaracağım hakkında hiçbir fikrim yoktu.

"Ortaya attığın her bir bahane işi daha çok berbatlaştırıyor." dedi dalga geçercesine, ardından bana son bir bakış attı ve bir anda arkasını dönüp koşmaya başladı. Ne olduğunu anlamadığım birkaç saniye boyunca arkasından bakabildim, ardından arabaya yöneldiğini anladım ve sonunda bacaklarıma ileri! komutunu verebildim ama çok geçti. Annabelle arabaya bindiğinde yanına varmama birkaç metre vardı.

Yetişemedim.

Dünyanın en saçma olayları toplamasında 17 yıllık hayatımın 10 yılının olduğuna emin gibiydim. Annabelle arabayı çalıştırıp geldiğimiz yoldan geri döndüğünde, avuçlarım dizlerime yaslanmış bir şekilde tekerleklerin yoldan kaldırdığı tozlara baktım ve ağlamamak için kendimi zorlamam gerekti. Beni hiç bilmediğim bir yerde tek başıma bırakmıştı! Hem de ne için? Problemlerimizi sonra halledebilirdik, eve geri dönsek yeterdi, burada nasıl kalacaktım ki?

Telefonumu havaya kaldırdım ama hat hâlâ çekmiyordu, dişlerimi sıktım ve gözlerime dolan yaşları uzaklaştırmaya çalıştım. Buradan eve nasıl geri dönecektim ki? Resmen bir ormanda kısılı kalmıştım ve bana yardım edebilecek hiç kimse olmadığı gerçeği, başımın dönmesine sebep oluyordu.

Burada ölecektim. Güzel.

Hayır, bugün ölemezdim. Halletmem gereken bir sürü şey vardı, şu anda ölmek hiç mantıklı bir seçenek sayılmazdı.

Bu yüzden bekledim. Piknik sepetinin olduğu masaya oturup herhangi birinin gelmesini bekledim, burası bir piknik alanıydı sonuçta, birileri mutlaka gelirdi. Gelecek herhangi birinin bana zarar vermemesi ise umabildiğim tek şeydi, sadece buradan uzaklaşmak istiyordum. Saatler gibi geçen dakikalardan sonra fark ettim ki Annabelle gideli ancak yarım saat olmuştu. Yarım saat. Beş gün gibi geçmişti.

Sepetin içini kurcaladım ve Annabelle'in gerçekten sandviçler, içecekler ve aburcuburlar getirdiği gerçeği üzülmeme sebep oldu, tüm günümüzü mahveden ben miydim? Yalanlarım neden bu kadar geniş kapsamlı olmak zorundaydı?

Duyduğum araba motoruyla başımı hızla masadan kaldırdım, birisi beni kurtarmaya geliyordu! Sonunda bu cehennemden uzaklaşabilecektim, düşünce iç çekmemi sağladı. Gelen arabanın, neredeyse bir saat önce buradan ayrılan siyah araba olduğunu fark ettiğimde kaşlarım kafa karışıklığıyla çatıldı. Ayağa kalktım ve yola doğru yürümeye başladım, doğru görüp görmediğimden emin olmak istiyordum.

Araba durdurulduğunda ve motor sonunda sessizce tıslamaya başladığında kapı açıldı ve Annabelle dışarı çıktı, yüzündeki öfkeli ifade hâlâ yerindeydi. Hâlâ mı? Bir saat geçtikten sonra bile mi?

Bana yürümeye başladığında olduğum yerde durdum, ne diyeceğini merak ediyordum. Özür dilemesi kesinlikle duruma uyumlu olurdu. Oldukça yaklaştığında ve yeşil gözleri öfkeyle parıldadığında bana vuracağını sandım, bu doğal olabilirdi, ama yaptığı şey beklediği şey değildi.

Uzun parmakları sertçe saçımı yakalayıp beni ona doğru çektiğinde hava şaşkınca ciğerlerimden boşaldı, dudaklarını dudaklarıma bastırdığında ise kalbim kan pompalamayı bırakmıştı sanki.

-

angry sex.
tamam, hayır. sizi berbat smut becerilerime maruz bırakacak değilim, en azından şimdilik, her şey için çok erkenken.
neyse, umarım bölümü beğenmişsinizdir. see ya.

anyone else |gxgHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin