t w e n t y t w o

2.6K 193 60
                                        

"i don't belong to anyone else."

|

"başkasına ait değilim."

-

Belki çok bencildim, belki de sadece doyumsuzdum ama günler sonra ilk defa Bradley'nin yüzüne bakmaya cesaret ederek kafeye gittiğimde onu tezgahın arkasında görmemek beni üzmüştü. Ne tür bir hüzün olduğunu açıklayamıyordum, belki de sadece hayal kırıklığıydı çünkü onu görmeyi gerçekten istemiştim, konuşmamızdan sonra ne halde olduğunu merak ediyordum. Annabelle'inki gibi acımasız bir keyif alma amacıyla değil, sadece iyi olup olmadığını bilmek istiyordum. İki ruh eşine sahip olan biri olarak fazla şanslıydım ama Bradley tek ruh eşini kaybetmişti, asla anlayamayacağım bir durumdaydı ve ne yapacağımı bilmiyordum.

Asıl bencilliğim, kahvelerimizi tanımadığım bir baristadan aldıktan sonra kafeyi terk ederken ortaya çıkmıştı ama. Kapıya en uzak masada Bradley'yi gördüğümde bir anlığına selam vermeyi düşündüm ama yanında oturan kız beni durdurdu. Kim olduğunu bilmiyordum ama iki kişilik bir masada masanın karşı tarafı yokmuş gibi yan yana oturduklarına göre Bradley'nin tanıdığı, yakın olduğu biriydi.

Kız koyu kahverengi saçlarını tepede toplamıştı, sivri yüz hatları vardı ve dudağındaki kırmızı ruju bana Annabelle'i andırdı. Onu fazla uzun incelediğimi fark ederek utandım ve iki kahve bardağını tek elimde tutup kapının koluna uzandım ama tam o sırada Bradley beni fark etti ve yüzüne anlam veremediğim bilmiş bir gülümseme yerleşti. İstemsizce kaşlarımı çatarak kapı kolunu kavradım ve çevirdim, kapıyı açtığım sırada Bradley seslendi. Bana.

"Emily!" dedi elini kaldırarak. Gerçek adımı biliyordu ve neden kullanmamış olduğuyla ilgili bir sürü ihtimali ortaya koyabilirdim ama en mantıklısı kızın, Bradley'nin ruh eşi olduğumu bilmemesi için bunu yapmasıydı. "Gelsene."

Kafam karışık bir şekilde kapı kolunu bırakıp onlara doğru yürüdüm ve masalarının başında dikildim, Bradley bilmişçe gülümsemeye devam etse de kız sıcak bir şekilde gülümsedi, yakından daha güzeldi. Benim asla olamayacağım kadar güzel.

"Merhaba?" dedim ama sesimin bir soru soruyormuşum gibi çıkmasına engel olamadım.

"Bugün kiminle tanıştığımı tahmin edemezsin." dedi Bradley sanki yıllardır arkadaşmışız gibi bana oldukça basit bir şeyden bahsederken.

"Ya." dedim kuru kuru.

Bradley hafifçe yana döndü ve eliyle kızı gösterdi. "Bu Willow."

Nefesim boğazıma takıldı ve bir süre boyunca ikisine de şaşkın şaşkın bakabildim, Willow? Ağzımı açtım, bir şeyler söylemeliydim ama kelimeler ağzımdan dökülmedi. Bradley bu kızın ruh eşi olduğunu düşünüyor olabilir miydi? Onun ruh eşi bendim! Başka kimse değildi, o benim adıma sahipti ve ben de onunkine sahiptim.

Kız elini havaya kaldırdı ve sallayarak beni selamladı ama dikkatimi çeken tek şey kolundaki isimdi. Bradley. "Merhaba."

"Merhaba," diye mırıldanabildim, kalbim ağzımda atıyordu sanki. Bradley'nin ruh eşi ben değildim. Bradley benim ruh eşim değildi. Ama ya öyleyse? Bu bir tesadüf olamayacak kadar korkunçtu. Benim Bradley adında bir ruh eşim vardı ve o Bradley'di, Bradley'nin de Willow adında bir ruh eşi vardı ve Willow bendim. Hayır, ben onun ruh eşi değildim. Bradley'nin ruh eşi, tam karşımda duran ve bana gülümseyen Willow'du. Başka bir Willow. Ben olmayan bir Willow. Ama bu benim hala Bradley adında bir ruh eşim olduğu gerçeğini değiştirmiyordu.

Bana doğru gelen bir beden olduğunu göz ucuyla gördüm ama gözlerimi Willow'dan alamıyordum, düşünebildiğim tek şey ruh eşimi çaldığıydı. Hayır, çalmamıştı. Tanrım, neler düşünüyordum böyle? Bradley benim ruh eşim değildi, Willow'un ruh eşiydi. Willow ben değildim. Bendim ama Bradley'nin ruh eşi olan Willow ben değildim. Kahretsin.

"Bebeğim, iyi misin?" oldukça tanıdık olduğum güçlü sesi duyduğumda sonunda bakışlarımı Willow'dan ayırabildim ve yanımda dikilen Annabelle'e baktım. Ah, onun dışarıda beni beklediğini unutmuştum.

"Evet." dedim monoton bir şekilde. "Bradley beni Willow'la tanıştırdı. Hani Willow Willow."

Bradley'nin yanakları kızardı ama Willow bunu fark etmedi, sözlerim ona keyif vermiş gibi görünüyordu.

"Willow?" dedi Annabelle.

"Aynen öyle." dedi Bradley araya girerek, Annabelle'e tepki dolu bir bakış attı. Aralarındaki savaş bundan sonra bitebilirdi, sonuçta ben Bradley'nin ruh eşi değildim. "Sana da merhaba, Annabelle."

Annabelle onlara doğru başını salladı. "Merhaba, Bradley. Ve Willow."

"Gitmeliyiz." dedim aceleyle, neden acele ettiğimi bilmiyordum. Bradley'nin Willow'a bakış şekli hoşuma gitmemişti.

Beni ilgilendirmemeliydi. Umursamamalıydım. Benim ruh eşim Annabelle'di, Bradley değil.

Kimsenin bir şey söylemesini beklemeden Annabelle'in elini tuttum ve elimden gelen en hızlı şekilde onu kafenin dışına yönlendirdim, içerideki oksijen az gelmeye başlamıştı. Sonunda dışarı çıktığımızda gözlerim dolmuştu ve kendimi dünya üzerindeki en berbat insan gibi hissediyordum. Ruh eşimin önünde öbür ruh eşim için ağlayamazdım! Hayır, Bradley benim ruh eşim değildi. Benim için hiçbir şey değildi, yaptığı şeyler beni ilgilendirmezdi. Annabelle benim ruh eşimdi. Annabelle. Bradley'nin kim olduğu önemli değildi.

Kahve bardaklarından birini Annabelle'e uzattım ve aldığı gibi onu ensesinden tutarak öptüm. Dudaklarındaki siyah rujun her yerimize bulaşacağını biliyordum ama umrumda değildi, sadece vücudunun sıcaklığını ve dudaklarının tadını istemiştim. Bana yakın olmasını istemiştim.

Annabelle benim ruh eşimdi ve öpüşmemize tuz tadı karıştığında, yanaklarımdan süzülen yaşları ona nasıl açıklayacağımı bilmiyordum bile.

-

oh, shoot. ne yapalım... kader.

anyone else |gxgHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin