"cause i could touch a hundred thousand souls, but none of them would ever feel like home."
|
"çünkü yüz binlerce ruha dokunabilirdim ama hiçbiri ev gibi hissettirmezdi."
-
"Oh, yüce tanrım." dedim deri koltuğa sıkıca tutunurken. "Beni kaçırıyorsun, değil mi? Beni ıssız bir ormana götürüp öldüreceksin, cesedimi kimse bulamayacak! Tamam, sana karşı en iyi kişi olmadım ama sen de bana karşı iyi değildin ki! Ölmek için çok gencim, lütfen-"
"Emily, saçmalama." o kadar abartılı bir şekilde gözlerini devirdi ki gözleri yuvalarından fırlayıp gidecek sandım. "Sakin olur musun? Sadece piknik yapacağız. Arka koltuğa bak, bir piknik sepetim bile var, nasıl kötü bir amacım olabilir ki?"
Hafifçe arkama dönüp koltuğa baktım ve piknik sepetini gördüğümde, içim biraz da olsun rahatlamadı. "Sepetin içindekilerin cinayet aletleri olmadığını nereden bileceğim ki?"
"Seni neden öldüreyim?" diye sorduğunda ters ters ona baktım.
"Neden öldürmeyesin? Benden nefret ediyorsun sonuçta."
"Senden nefret ettiğimi kim söyledi?" dedi yarım bir sırıtışla. Konuşmak için ağzımı açtım ama söyleyecek hiçbir şeyim olmadığını fark ettim, Annabelle benden nefret ettiğini hiçbir zaman dile getirmemişti. "Aynen öyle."
"Ama bu yine de beni öldürmek istemene engel değil." güçsüz bir sesle konuştuğumda cevap vermedi ama bundan keyif aldığını biliyordum, besbelli benden nefret ediyordu işte!
Araba yolculuğu oldukça sessiz geçti ve radyoyu bile açmamış olması sinirlerimi bozmuştu, ama belki de bu daha iyiydi. Tüm yol boyunca onun tüm o çığırmalı emo müziğini dinlemek istemiyordum sonuçta.
"Geldik." arabayı yolun ortasında durduğunda ilk önce durduğumuz yere, ardından ona baktım. Bulunduğumuz yer oldukça ıssızdı, dağ yolu ile ormanın arasında kalıyordu ve içimdeki korkutucu ses, ormana gideceğimizi söylüyordu.
"Burada mı piknik yapacağız?" diye sordum o arabadan inerken. Tıpkı onun gibi arabadan indiğimde arka koltuktan sepeti aldı ve sessizce ormana doğru ilerledi, ama ağaçların arasına girmeden önce durdu. O anda ufak alandaki boşluklara yerleştirilmiş masaları fark ettim ve buranın gerçekten bir piknik alanı olduğunu görmek biraz da olsa rahatlamamı sağladı.
"Şu anda bu kadar boş olduğuna bakma, normalde yazın hiç yer olmaz." dedi sepeti masalardan birinin üstüne bırakırken. Bunu sorgulamadım, zaten en fazla on masa vardı ve bu piknik için pek geniş bir alan bırakmıyordu.
"Ee, beni öldürmeyeceksen ne yapacağız?" dedim o masaya dayanırken, kollarını göğsünde birleştirerek kaküllerinin ardından bana sevimli bir bakış attı. Sevimli mi?
"Konuşabiliriz diye ummuştum, birbirimizi hiç tanımıyoruz."
"Tanımamıza gerek yok?" soru sorarcasına konuştuğumda gözlerini devirdi. "Arkadaş falan değiliz sonuçta."
Omuz silkti. "Evet, ama tanışırsak olabiliriz."
"Seninle arkadaş olmak istemiyorum." dedim ama yine de masaya doğru yürüdüm, ancak hiç beklemediğim bir şekilde bir taş parçasına takıldım ve masadan hatrı sayılır bir miktar uzakta olduğum için destek alabileceğim hiçbir şey yoktu, bu yüzden ufak bir mırıltıyla kendimi yerde buldum. Avuç içlerim düşüşümü yavaşlatsa da bu canımın yanmasına engel olamamıştı.
Bir an sonra Annabelle tepemde dikiliyordu, ardından yanımda diz çökmüştü. "İyi misin?"
"İyiyim." diye homurdandım bedenimi yerden kaldırırken, ama bacaklarımda yeterli gücü bulamadığım için dizlerimin üstüne oturarak avuçlarımı birbirine sürttüm.
Bakışlarımı avuçlarımdan kaldırdığımda Annabelle'in gözlerinin bana, daha doğrusu, köprücük kemiğime odaklandığını gördüm. Hızla gözlerimi baktığı yere çevirdim ve A harfinin yakası kaymış tişörtümden fırladığını gördüm. Aceleyle tişörtümü düzelttim, beynim herhangi bir bahane üretebilmek için hızla çalışıyordu.
"Ruh eşinin adı A ile mi başlıyor?" dedi Annabelle elini uzatırken, elini tuttum ve beni ayağa kaldırmasına izin verdim.
"Ha-hayır." dedim ve içten içe kendime küfrettim. "Bir dövme sadece."
"Dövme? Bunun için fazla genç değil misin?"
"Birilerini tanıyorum." dediğimde dudaklarında ufak bir gülümseme oluştu ve bunu yediğini fark edip rahatça iç çektim.
Ardından sorduğu soru ise beynimin tamamen durmasına sebep oldu. "Ne yazıyor peki? Dövmende?"
"Aaa..." dedim düşünürken, can çekişiyordum, ne tür bir dövme yaptırırdım ki? "All We Need Of Hell. PVRIS'i biliyor musun, bir müzik grubu? İkinci albümlerinin isminin bir kısmı ve bana göre bugüne kadar yapılmış en iyi albümlerden biri, o yüzden yaptırdım işte."
Omuz silktim, kalbim yalanın gücüyle gümbürdüyordu. Elbette All We Know Of Heaven, All We Need Of Hell'in bugüne kadar yapılmış en iyi albümlerden biri olduğunu düşünüyordum, ama bunu vücuduma dövme yaptırmamıştım. Henüz. Düşününce hoş bir fikir gibi geliyordu.
"İsimlerini duymuştum, ama hiç dinlemedim." dedi, gözleri hâlâ boynumda dolanıyordu ve bu istemsizce utanmama sebep oldu, bana bu kadar dikkatli bakmasından hoşlanmamıştım.
"Çok şey kaybediyorsun." dedim tekrardan omuz silkerek, yediğini görmek gerçekten rahatlamamı sağlamıştı, ruh eşim olduğunu bilmesini istemiyordum. Şu anlık. Sonsuza dek. Emin değildim, ama yakın bir zamanda olmasını istemediğim kesindi.
"Bir ara mutlaka göz atacağım. Hatta geri dönerken bile dinleyebiliriz." dedi masaya doğru yürürken, ama onu takip etmedim. Bunu fark ettiğinde hafifçe bana döndü ve elini uzattı. "Gelmiyor musun? Sandviçlerim var. Yemek yapmak konusunda en iyisi değilim ama fena sayılmam."
Bir anlığına tereddüt ettim ama yine de eline uzandım ve beni masaya doğru çekiştirmesine izin verdim. Tam oturuyordum ki kolu omzuma dolandı ve soğuk parmaklarını boynumda hissettiğimde tüylerim diken diken oldu. "Ne yapıyorsun-"
Tişörtümün yakasını hafifçe aşağı çektiğinde nefesim kesildi, hayır, hayır, hayır. O köprücük kemiğime kazınmış Annabelle'e, kendi ismine bakarken benim yapabildiğim tek şey yüz ifadesini izlemekti. İlk önce duygusuz olan gözleri ilk önce şaşkın, sonra bulutlu bir ifadeye büründü.
"Siktir." diye fısıldayabildim sadece.
-
bombayı bırakıp gidiyorum. tüm kitaplarımda olan yeni bölüm eksiklikleri için beni affedin, okulun ilk haftası henüz bitmedi ama beni öyle bir vurdu ki gözlerimi açık tutarken zorlanıyorum.
sonraki bölümde görüşürüz. peace out.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
anyone else |gxg
Cerita Pendek16 yaşınıza bastığınızda vücudunuzda sonsuza dek teninizin ve ruhunuzun parçası olacak isim, ruh eşinizin ismi belirir. willow thornton'ın iki tane vardı. ♀+ ♀ [soulmate au]