Bölüm 8

77 3 0
                                    

Batur Astsubay için yeni bir süreç başlamıştı. Bacaklarına protez takılacaktı.  Bacaklarını hatta canını feda etmekten çekinmeden yaptığı vatan müdafasını yapamayacaktı. Ama kendi ihtiyaçlarını biraz zorlanarak da olsa kendi görebilecekti. Odaya uzun boylu , esmer , kırklarında olduğunu tahmin ettiği doktor girdi.

Nasılsınız Batur Bey ?

Heyecanlı ve stresli. Sanki yürümeyi yeni öğrenecekmişim gibi.

Evet hastalar genelde böyle hissediyor. Zaman geçtikçe o sizin bir parçanız haline geliyor.

Umarım dediğiniz gibidir.

O sırada  kısa boylu ,  uzun kızıl saçları olan hemşire elinde protez bacaklarla içeri girdi. Batur Astsubay doğruldu , bacaklarını yataktan aşağıya sarkıttı. Ardından hemşire protez bacakları Batur Astsubay'ın bacaklarına taktı.  Batur Astsubay nişanlısı zeynep'e tutundu. Ayağa kalktı. Ama dengede duramadı. Yere düştü. Zeynep de yanına diz çöktü :

Hadi Batur. Sen onlarca çatışmadan sağ çıktın. Kışın dağlarda , buz gibi karın içinde yattın da yılmadın. Şimdi de yılma. Ayağa kalk astsubayım.

Zeynep'in bu sözlerinden güç alan Batur Astsubay ayağa kalktı. Zeynep'te koluna girdi. Bu sefer düşmemişti. Önce bir adım attı. Sonra bir tane daha. Artık destekli de olsa yürüyebiliyordu.

Doktor :

Bugünlük bu kadar antrenman yeter. Kendinizi fazla yormayın. Zamanla alışacaksınız.

Batur Astsubay yatağa doğru birkaç adım attı ve yatağa oturdu. Yorulmuştu. Telefon çaldı. Veysel Albay arıyordu. Batur Astsubay'ın yüzünde bir gülümsemeyle telefonu açtı :

Buyrun komutanım.

Asıl sen buyur astsubayım. Nasılsın ? Var mı bir ihtiyacın ?

Estağfirullah komutanım. İyiyim sağ olun.

Tedavin nasıl gidiyor astsubayım ?

İyi gidiyor komutanım. Bugün ilk kez protez bacaklarımla yürümeyi denedim. Biraz zor oldu ama yine de birkaç adım atabildim.

İşte buna çok sevindim astsubayım. Eminim ki sen çok daha iyi olacaksın. Bozkurt her zaman yanında astsubayım.

Sağ olun komutanım eksik olmayın. Zaten  protezlerin masraflarını da  arkadaşlar karşılamışlar. Ben sizlere borcumu nasıl öderim bilmiyorum komutanım.

Sen borcunu ödedin astsubayım. Sen borcunu ödedin.

Veysel Albay telefonu kapattı ve bir kahve söyledi. Günde içtiği kahve sayısı bazen 5 fincanı bile geçerdi. Mutluyken de kahve içerdi üzgünken de. Özellikle Bozkurt'un operasyonda olduğu zamanlar kahve en iyi dostu olurdu. Çok geçmeden sade kahvesi geldi. Khveden büyük bir yudum aldı. Telefonu çaldı. Gaye'nin doktoru arıyordu. ''Hayırdır inşallah'' diyerek telefonu kulağına götürdü :

Efendim Elif Hanım.

Acilen hastaneye gelmeniz gerekiyor Veysel Bey.

Kötü bir şey mi oldu Elif Hanım ? Gaye'ye mi bir şey oldu ?

Telefonda söyleyemem Veysel Bey. Hemen gelin lütfen.

Tamam Elif Hanım geliyorum.

Telefonu kapattı. Veysel Albay'ın eli titredi. Elindeki kahve fincanı  yere düştü. Paramparça oldu. Biraz sakinleşince  odadan çıktı Hızlı adımlarla koridoru geçti. Merdivenleri indi. Arabasına doğru ilerledi. Arabaya bindi. Son sürat hastaneye doğru gidiyordu. Kötü bir şey olmuştu. Bundan emindi. Teröre bir evlat kurban vermişti. Şimdi de eşini mi kaybediyordu ? Hastanenin önüne gelmişti bile.  Arabayı o kadar hızlı sürmüştü ki karargahtan hastaneye varması 10 dakika sürmüştü. Koşar adım hastenin bahçesine girdi. Hastaneye doğru yürüdü. Merdivenleri çıkıp içeri girdi.Asansöre binip 2. kata çıktı. Asansörden inip Gaye'nın odasına doğru yürüdü.Yüreği ağzında atıyordu sanki. Avuç içleri terlemişti. Kapıyı her zaman olduğu gibi yavaşça açtı. İçeride Elif Hanım ve yanında 2 doktor daha vardı. Yatakta da biri yatıyordu. Üzeri yüzü dahil beyaz bir örtüyle örtülmüştü.

 ( Hikayenin bundan sonrasını bu müzik eşliğinde okumanızı öneririm. )

Doktorlardan orta boylu , saçları hafif dökülmüş olanı başını eğmiş , elindeki dosyaya bir şeyler yazıyordu.

Veysel Albay Elif Hanım'ın yanına giderek :

Elif Hanım Gaye'ye ne oldu ? Söyleyin ne olur.

Veysel Bey sakin olun.  Oturun şöyle diyerek yatağın yatağın yanındaki koltuğu gösterdi. Ama Veysel Albay oturmadı.

Ne oturması Elif Hanım ? Söyleyin ne oldu eşime ?

İlaçlarını vermek için odasına geldim. Önce uyuyor sandım. Hafifçe sarstım ama tepki vermedi. Sonra nabzına baktım. Atmıyordu. Başınız sağ olsun Veysel Bey. Gaye Hanım'ı kaybettik.

Veysel Albay yüzünü ellerine gömdü. Ağladı. Tüm gözyaşlarını bitirecek kadar çok. Doktorlar odadan çıktılar. Gaye ve Veyssel Albay' yalnız bıraktılar.

Veyel Albay Gaye'nin yüzünü yavaşça açtı. Yüzünü , saçlarını okşadı. Teni buz kadar soğuktu.  Ölümün soğuk rüzgarı onu da sarmıştı. Yatağın baş ucuna diz çöktü. Yaşadıkları tüm güzel anlar gözünün önünden geçiyordu.  Hani derler ya insan ölürken tüm hayatı bir film şeridi gibi gözünün öbnünden geçer diye. Onun da geçmiş miydi ? Son anında 1 saniyeliğine de olsa hatırlamış mıydı onu ? Gaye'yi  böyle görmeye daha fazla dayanamadı. Onu hep o sıcacık gülümsemesiyle , gülünce kısılan gözleriyle hatırlamak istiyordu. Son bir öpücük kondurdu alnına. İnce , beyaz örtüyü tekrar Gaye'nin yüzüne örttü. 

Odadan çıktı. Artık bir ailesi yoktu. Bir eşi yoktu. Ya da bir çocuğu. Koskoca dünyada yapayalnız kalmıştı. 4 tarafı denizle çevrili olan ada gibi yalnız ve kimsesiz.

Gaye0'nin ölüm haberini alan Bozkurt timi hastaneye gelmişti. Veysel Albay başını eğmiş , ağır adımlarla merdivenleri iniyordu. Yaklaşan ayak seslerini duyunca başını kaldırdı. Bozkurt timi eksiz  karşısında duruyordu.

Murat Yüzbaşı :

Başınız sağ olsun komutanım.

Sağ ol Murat. Hepiniz sağ olun çocuklar.

Siz sağ olun komutanım. Biz her zaman yanınızdayız.

Bozkurt timi ve Veysel Albay cenaze işlemlerini yaptılar. Gaye'yi gömmüşlerdi. Bir avuç topraktı artık. Gaye'nin mezarının başında Veysel Albay önde ,Bozkurt timi arkada duruyordu. Veysel Albay arkası dönük :

Her şey için sağ olun çocuklar. Ama şimdi biraz yalnız kalmaya ihtiyacım var.

Emredersiniz komutanım.

Bozkurt timi yavaş yavaş gitti ve Veysel Albay'ı yalnız bıraktı. Veysel Albay yere çömeldi. Toprağını okşadı Gaye'nin. Daha birkaç gün önce saçlarını okşuyordu oysaki. Karanlıktan korkardı Gaye. Çok korkardı. Şimdi nasıl yatacaktı bu karanlık , küçük yerde ? Ayrılıkların en büyüğünü yaşıyordu Veysel Albay. Sonunda uzun bir süre vuslat olmayan bir ayrılık. Toprağından bir avuç aldı ve montunun cebine koydu. Ayağa kalktı. Mezar taşını öptü. Montunun kapişonunu başına geçirdi. Ellerini cebine soktu. Ağır ağır yürümeye başladı. Bir yağmur damlası düştü yüzüne. Sonra birkaç tane daha. Bardaktan boşanırcasına yağmur yağmaya başladı. Umursamadı. Yürümeye devam etti. Bir koku geldi burnuna.
Buram buram papatya kokusu.

FEDAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin