Ölüm Operası

1.6K 98 241
                                    

Sadece tek bir kuralı vardı: asla bir hayat alma.

Bu kuralın dışında kalan diğer kurallar onun kitabında yer almazdı. Amacına giden yolda kanun ya da kitap dinlemezdi. Adil oynamazdı ve dürüst olmazdı.

'Sadece kaybetmekten nefret eden hilekar bir insanım.' Demişti Poem'e yıllar yıllar önce.

O zamandan bu güne hiçbir şey değişmedi. Hâlâ kaybetmekten ölesiye nefret ediyordu. Hayat bir yarıştı ve o bu yarışta üstün olduğunu her fırsatta göstermekte kararlıydı. Bir kere bile kaybetmek onun onurunu yerle bir ederdi.

Fakat bu sefer kaybetme fikrine duyduğu duygu nefreti aşıyor, onu bilhassa korkutuyordu bile. Çünkü bu sefer kaybederse sadece oyunu kaybetmekle kalmayacağının, beraberinde değer verdiği diğer her şeyini de kaybedeceğinin farkına varmıştı.

Yaklaşık 6 yıl öncesinde çözdüğü başka bir seri katil vakasında, katilin ona bizzat söylemiş olduğu sözler hâlâ geceleri uykularını kaçırıyordu.

"Şimdi kazanmış olabilirsin dedektif, ama unutma; bir kahraman her zaman kazanmak zorundayken kötü adamın sadece bir kere kazanması yeterlidir."

Ve buraya adını yazardı ki, Poem'i kaybetme fikri onu bu davayı ve hayatını kaybetme fikrinden kat ve kat daha fazla korkutuyordu.

Uğrunda ona tek, altın kuralını bozdurmaya yetecek kadar.

'Asla kimseyi öldürme, sebebi ne olursa olsun.' bu kendine daha çok küçük yaşındayken verdiği ve tutmakta oldukça kararlı olduğu bir sözdü.

Ki artık bu noktada bunu söylemeye gerek yoktu elbette ama Lawliet söz vermekten hoşlanmazdı. Bağlılıkları hatta birine karşı inanç duymayı gerektiren herhangi bir şeyden nefret ederdi... Kendine bile.

Ve evet, dedektifin sözler hakkındaki bu tutumu da diğer her şey gibi değişmedi, aksine sadece daha da güçlendi.

Sonuçta, Poem'e verdiği onu koruma sözünü bile tutamamıştı.

Söz vermekten asla iyi bir şey gelmezdi.

Fakat bu söz özeldi, en azından Lawliet için.

Bu onu 'L' yapan sözdü çünkü.

Bütün çocukluğunu annesinin onu, onları terk eden, hiç görmemiş olduğu babasına benzetmesiyle geçirmişti.

Gözlerini, yüzünü, hareketlerini ve mümkün olan her şeylerini benzetirdi.

Annesi, Lawliet'ın sonunun tıpkı onun kanını taşıyan babası gibi biri olmak olacağına sonuna kadar inandırmıştı: sadece an meselesiydi. Bu onun kanında vardı.

Lawliet o zamanlar annesinin bu sözlerine pek de kulak asmamaya çalışmıştı. Zaten babasını da daha önce hiç görmemişti. Annesinin de ruhsal sağlığının pek yerinde olduğu söylenemezdi. Bütün bu benzerlik işini ona tecavüz eden adamın çocuğu olduğu için belki de bu kadar abartıyordu. -Öyle olmalıydı.

Lawliet bütün benliğiyle annesinin anlattığı, o canavar adama benzediğini reddediyordu.

Fakat babasını o gece ilk defa tam karşısında gördüğünde...

:Yerdeki kan göletine siyah deri ayakkabılarını basıyor, sol elinde umursamazca sallandırdığı kanlı cinayet silahı, çarpık sırıtışı...

...ve gözleri... Oh...Gözleri...

Lawliet'ın hayatı boyunca hafızasından kazıyamayacağı o gözleri... Tıpkı kuduz bir canavarın gözleri gibi, adamın masmavi irisleri, büyüyen göz bebeğinden simsiyah olmuş hayatsız, boş bir şekilde ona bakıyordu.

Death Note: L Lawliet (x reader)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin