Poem o gün sabah uyandığında yatağın yanı boştu.
Dedektif dün gece sanki hiçbir şey olmamış ya da aynı yatakta yatmaları son derece normal bir şeymiş gibi normal hayatına öylece dönüvermişti.
O sırada Poem ise dün geceyi düşünmeden bir saniyesini bile geçiremez haldeydi.
İçler acısı.
Konu dedektifin kendisi olunca başka insanlara normal gelecek ufak tefek şeyleri bile kendi kendine romantize edip büyütmek gibi bir huyu olduğunun farkındaydı elbette ama bu aynı yatakta yatma mevzunu neresinden tutarsa tutsun bir türlü normal bir şey olarak göremediği de bir gerçekti.
Küçücük bir yatakta dip dibe uyumak... Onun sıcak nefesini kendi suratında hissetmek... Adam elini onun yanağına koyup beklettiğinde sanki üzerine bir kelebek konmuş da en ufak bir hareketinde korkup kaçacakmış gibi bir endişeyle delicesine nefesini tutmak...
Ve gece yarısı bir kâbus ile uyandığında dedektifi onun beline sarılmış halde bulmak...
Bütün bunları düşünüp kafayı yememesine imkan yoktu!
Fakat hayır, görünen o ki dedektif için bunların hiçbirinin bir önemi yoktu.
Ve bunu düşünmek Poem'i sebepsizce üzdü. Onun için bu kadar heyecan verici ve güzel olan bu anın L için hiç bir değeri yoktu demek ki. Poem ne de olsa onun için sıradan bir iş arkadaşından başka bir şey değildi. Yatakta yatması için onun kafasını ütüledikten sonra ısrarlarına dayanamayıp mecburiyetten aynı yatakta yatmak zorunda kaldığı, bir iş arkadaşı. Fazlası değil.
Poem bütün bunları kendine söyleyip bütün bu üzüntüsünün yersiz olduğuna kendini ikna etmeye çalışıyordu, çalışıyordu ama....
O sözleri hatırladığında...
(Senin eşliğinden hoşlanıyorum.)
Bütün bu kendini yatıştırmak için kendine söylediği sözler bir anda hiç oluveriyordu.
O günden sonraki son birkaç gününü sırf bu düşüncelerle geçirerek kendini deli ettiği gibi dedektifin sürekli olarak ondan kaçması durumu hiç de kolaylaştırmıyordu.
Evet, evet resmen ondan kaçıyordu!
İlk başta bir yanlış anlaşılma olduğunu düşünüp üzerinde fazla durmamıştı fakat sonrasında emin oldu. Dedektif kasıtlı olarak onu görmezden gelip onunla konuşmaktan kaçınıyordu.
Örneğin Light ile birlikte konuşurlarken, sohbetlerine katılmak üzere yanlarına gittiğinde bir tatlı alma bahanesiyle oradan uzaklaşıyordu.
Ya da onu bir köşeye sıkıştırıp konuşmaya çalıştığında yüzüne bile bakmadan kısa kısa cevaplar veriyordu.
Onu başından kovmak için söylediği bütün o sözleri ise içlerinden en kalp kırıcısı olanlardı...
'Tanrım, bazen saf mısın aptal mısın anlayamıyorum.'
'Ben gidiyorum, bu sırada sen de duygularına bir çeki düzen ver.'
'Bundan sonra bana dava ile bir şey söylemen gerektiğinde Watari'ye bildir. O bana söyler.'
Acıtıyordu. Hem de çok.
Nasıl böyle davranabilirdi? Başından beri tek amacı ona ufak bir umut kırıntısı verip sonrasında tamamını ondan almak mıydı? Poem başından beri dedektifin onun hislerine bir karşılık vermeyeceğini biliyordu elbette ama en azından biraz olsun yakınlaştıklarını düşünmüştü.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Death Note: L Lawliet (x reader)
Fiksi Penggemar"Kaybetmekten nefret ettiğimi sanmıştım, seni kaybetme fikrinden daha çok nefret ediyorum."