Nasri

1K 15 0
                                    

''Of,'' diye bağırdı kendi kendine. Odada sesi yankılandı. Baştan başlamalıydı yeniden. Otuz sene önce bu zamanlardan...

O yine mükemmel hayatın hayallerini kurup üç beş saçma girişim sonucunda tercih etmek zorunda kaldığı, paradan çok deneyim olsun diye başladığı işlerden birinde çalışmaktaydı. Güzel ve zamanında açan güneşi gerekli ama onu hüzünlendiren yağmuruyla gelen bir bahar mevsimiydi o vakitler. Ne hoş!

Zaman, o yıllarda farkına varamadığı şekilde yavaş akıyordu ve Nasri on yıl sonra nasıl biri olacağını merak etmekle oyalanıyordu. Yine öyle umutsuz bir günün sabahında çıktı karşısına. Juliet ile tanışmıştı o gün yani hayatının aşkıyla...

Kalbini ellerinin arasına alıp yüreğinin sıcaklığını hissetmek onun için hayatın anlamından da öte ruhunun varoluş sebebiydi kuşkusuz. Dünya'ya geldiğinden beri o anı beklermişçesine gülmemişti yüzü. Açmamıştı çiçekleri hiçbir baharda. Görmemişti gökkuşağının hiçbir rengini. Hep o anı beklemişti ve hayatına girdiği o gün, Nasri yeniden doğmuştu. Boşlukta yürüyordu sanki. Bulutların üstünde bir köşk sahibi olmuştu. Tozpembe bulutların üstünde... Adını duyduğunda mevsimi bahara dönüyordu kara kışlardan ve Nasri, Belkıs'ın kurduğu her cümle için okuduğu binlerce kitabı atıyordu hafızasından. Siyah saçları ne kadar da güzeldi ve ne kadar da anlamlı bakıyordu o balköpüğü gözleri... Sevdiği kızı bile yanlış hatırlıyordu şimdi.

Sonra gitti apansız Belkıs. Yarım kaldı bile diyemiyordu Nasri, hiç başlamamıştı aslında. Her geçen gün bir parçası daha kayboluyordu yaşama dair umutlarının. Anlamını yitirmiş onlarca anı vardı gözlerinin dalıp gittiği boşlukta. Nefes alırken kalbi acıyordu. O, onsuz daha ne kadar yaşayabilirdi bilmiyordu. Bunun adına yaşamak deniyorsa ki zaten kalp atışları durmak üzere gittiğinden beri... Varsın vursunlar Nasri'yi hayallerinin tam ortasından...

Mesele Belkıs değildi, mesele duyduğu aşktı sevgiliye. Mevla'ya özlemiydi, kalbinde zuhur edişiydi.

O öleli çok oldu. Belkıs'ı, Hızır'ı veyahut Süleyman'ı bekleyeli çok oldu. O günden sonra bir daha onları göremedi. Hissedemedi bir daha İslam'a olan aşkını. Ama yine de gidemeyişi İslam'a duyduğu aşkından...

Ve işte koskoca otuz yıl geçti aradan. Ama çıkmıyordu işte aklından. Geçmişi silinmiyordu saçı sakalı birbirine karışmış, yer yer beyazlaşmış ve elli yaşında olduğu zar zor anlaşılacak adamın...

Düşüncelerinden sıyrıldı, tekrardan hareket etti, Oxford Üniversitesinin profesörler için ayırdığı küçük odalardan birinde hafif yana doğru seğiren sandalyesine oturdu ve gözlerini önündeki masaya odakladı. Masanın üstü darmadağınıktı ama yine de üç veya dört sayfalık bir gazete kupürü hemen seçili veriyordu. Haberde yazanlar son zamanların en çok konuşulan olaylarından biriydi. Nasri hafif öne eğildi ve masanın üzerindeki kâğıtları yeniden eline aldı. Haberi kaç defa okuduğunu saymamıştı ama bütün satırları ezberlediğinin farkındaydı. Başlığa baktı. ''Hazreti İbrahim Firavun'du!'' yazıyordu. Altındaki satıra geçti, gazete sayfaları buruşmuştu.

''İki Fransız araştırmacı müthiş bulgulara erişti. Doğrulanırsa sadece eski Mısır ve Yahudi tarihini değil, binlerce yıllık geçmişe dayanan siyasi iddiaları da değiştirecek! Mısır'dan kovulan Yahudiler, aslında tek tanrılı Mısırlılardı ve anavatanları Yukarı Mısır'dı. Hazreti İbrahim, Mısır'ın tek tanrılı ilk Firavun'u, Nefertiti'nin kocası Ahenaton'un kendisiydi. Tevrat'ın anlattıkları doğru ancak adı geçen Yahudi büyükleri Mısır asilleriydi. Hazreti Musa ise daha sonra 1. Ramses adıyla Firavun olacak Mısırlı bir generaldi.

İbrahim Peygamber ise aslında Mısır'ın tek tanrılı ilk firavunu Ahenaton'dan başkası değildi. Mısır'dan kovulan ve İsrail'e dönen Yahudi kavmi de Ahenaton'un tek tanrılı dinini benimsemişti.

Yahudi kökenli iki Fransız bilim insanı Roger ve Messod Sabbah yirmi yıl süren çalışmalarını bir kitapta topladılar. Bugün Hazreti Musa'nın bir Mısırlı olduğuna kesin gözüyle bakılıyor. Yahudi tek tanrıcılığının Aton dininin devamı olduğu da yeni bir iddia değil.''

Yüzünü buruşturdu Nasri ve gözlerini haberden ayırdı. İnsanlar doğrulardan daha çok yalanlara inanmayı tercih ediyordu çünkü bu dünyada artık yalanlar hiç olmadığı kadar inandırıcıydı. Nasri anlayamıyordu. Yıllar boyu süregelen dini öğretileri bir haber başlığı tek seferde nasıl ezip geçebiliyordu? İnsanlar neden profesörler yerine ünlü olmak için ortaya yalan yanlış iddia atan birkaç dalkavuğu dinliyordu veya onlara inanmak istiyordu? Nasri, aklındaki soruları yanıtsız bıraktı. Haberdeki bir diğer başlık gözüne çarptı çünkü.

''Yahudiler Aslında Mısırlı!''

Hemen gözlerini aşağıya kaydırdı ve okumaya devam etti.

''Ancak Mısır tarihini ve kayıtlarını inceleyen uzmanlar şimdiye kadar Hazreti İbrahim'in, Yusuf'un veya Musa'nın izine rastlamadılar. Daha da anlaşılmaz olanı, Eski Ahit'e göre dört yüz otuz yıl boyunca Mısır'da yaşayan ve iki yüz on yıl köle olarak tutulan on binlerce Yahudi'den Mısır tarihi nasıl olur da hiç bahsetmemişti? Firavun'dan kaçan binlerce Yahudi köle Kenan bölgesine yani Firavun'un topraklarına nasıl korkusuzca yerleşebilmişti? Niçin Mısır'da tek bir Yahudi mezarı, bir mezar taşı, bir duvar yazısı veya bir mektup bulunamamıştı?

Messod ve Roger Sabbah bu muammaları çözmeyi başardılar.

Tevrat'ta anlatıldığı şekliyle Yahudiler'in, Mısır'dan, Musa'nın önderliğinde kaçışının hiçbir tarihi kaydı yoktu çünkü Yahudi tarihinin Yahudiler'in Göçü diye verdiği olay; Ahet-Aton kentinde yaşayan tek tanrıya inanan Mısırlıların, Firavun Ai tarafından sürülüşünden başka bir şey değildi.

Mısır'ın tek tanrıya inanan ilk firavunu Ahenaton'un ölümünden sonra Firavun Ai, halkını Ahenaton'un başkenti Ahet-Aton'dan kovdu. Böylece tek tanrıcılığı Mısır'dan atmış oldu. Ancak tek tanrıcılık yok olmadı. Ahet-Aton halkı Sazlıklar Denizi'ni aşarak Sina Çölü'ne geçti. Denizin yarılması efsanesi de Mısır mitolojisinde yer alan Anadeniz'in Firavun tarafından ikiye açılması efsanesinden farklı bir şey değildi. Filistin'in Kenan bölgesine yerleşen Mısırlı rahipler ve asillere Ahenaton'a tapan anlamına gelen Yahud adı verildi. Yahudlar burada Yahuda Krallığı'nı yani Yuda'yı kurdu.

Yani Tevrat'ta adı geçen Hazreti İbrahim, Sara, İshak, Rebeka, Yakup, İsrail ve Laban... Hepsi aslında Mısırlı asillerdi. Böylece iki araştırmacının çalışmaları sonucunda kimin kim olduğu da ortaya çıkmış oluyor: Hazreti Musa, ileride Firavun 1. Ramses adıyla tahta geçecek olan Mısırlı General Mose yani Ra-Messu'ydu. Yuşa'nın halefi ise Musa'nın büyük oğluydu.

Bu bulgular doğruysa sadece üç bin beş yüz yıl öncesine ait tarih yeniden yazılmayacak. Yahudiler'in anavatanının Filistin değil, Mısır'ın Yukarı Nil kıyıları olduğunun ortaya çıkmasıyla yakın tarihe bakış da gözden geçirilecek!''

Kapı çaldı. Nasri gözlerini haberden ayırarak kapıya odakladı. İki saniye sonra ''Gel!'' diye bağırdı. İçeriye kütüphane müdürü girdi yani eşi.

Gül Yangını | Azer'in YükselişiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin