İrem

722 4 0
                                    

Biletini alıp zorunlu istikametten içeri doğru yürürken, solunda bir kafe ve etrafında birçok tarihi eser gördü. Sütunlar, frizler, sütun başlıkları ve birçok kıymetli tarihi eser, ona yürüyüşünde eşlik ediyordu. Bunların hepsi İkinci Dönem Teodosius Ayasofyası'ndan kalan eserlerdi.

Bu görkemli kilise, kanlı Nika Ayaklanması sırasında öfkeli halk tarafından yakılıp yıkılmış ve yerle bir olmuştu. İmparator Jüstinyen'e karşı kalkışılan bu isyan, General Belisarios'un müdahalesi ile çok kanlı bir şekilde sona erdirilmişti. Atmeydanı yani Hipodrom civarında otuz bin kişi kılıçtan geçirilmiş ve isyan bastırılmıştı. Nihayetinde, Jüstinyen yeni bir kilise yaptırmaya karar vermiş ve ortaya bugünkü Ayasofya çıkmıştı.

Ayasofya'yı gezmek isteyen insanlar, Dış Narteks'ten içeri girdiklerinde onları ilk olarak karşılayan şey, çok bilgilendirici bazı görsellerle süslü panolardı. Ayrıca İngilizce de olsa, LCD ekranlarda, Ayasofya'nın mimari özellikleri ile ilgili bir belgesel sürekli yayınlanıyordu. Dışarıdan içeriye girer girmez, Ayasofya'nın ana mekânı ve kubbesi insanları kendine mıknatıs gibi çekiyor olsa da bu güzel koridordaki eserleri es geçmemişti İrem.

Dış Narteks'ten İç Narteks'e açılan kapı, aynı zamanda İmparator Kapısı'nın ve ana mekânın manzarasını veriyordu. İnsanların büyük bir kısmı Ayasofya'nın o muhteşem kubbesine kilitlenip dümdüz ana mekâna doğru ilerliyorlardı. Hâlbuki İrem sindire sindire gezmek istiyordu burayı. Bin beş yüz yıllık tarihi bu kadar çabuk tüketmemek lazımdı... Zaten ardından gelen bölümler de o kadar güzeldi ki... İrem hiç farkında olmadan üç buçuk saat geçirmişti bile burada. En sonunda dua edebileceği mekâna geldi.

Dizlerinin üzerine çöktü ve dua etmeye başladı. Her zaman yaptığı gibi yani yalnız kaldığı zamanlardaki işi tekrarlıyordu ama bu seferki farklıydı. Heybesinden Ölü Deniz Tomarları'nı çıkardı ve önüne serdi. Babası öldükten sonra ona iletilen vasiyet mektubunun içinde bir anahtar bulmuştu. Bu anahtar sadece bir yeri işaret ediyordu. Çok ünlü bankaya gitti ve babasının yıllardır herkesten sakladığı kasasında bu parşömenleri buldu.

Bir kısmı İbranice, bir kısmı da artık ölü bir dil olan Aramice; kâğıt, deri veya bakır plakalar üzerine kaydedilmiş kırk bin adet elyazması parçasından oluşmaktaydı. Bu parçaların bir araya getirilmesiyle tam beş yüz kitap yeniden oluşturulmuştu. Hristiyanlığın ve Museviliğin bilinen en eski yazılı kaynakları sayılırlardı ama ne yazık ki İrem bunların hepsine sahip değildi. Yalnızca birkaç parşömen vardı önünde, diğer parşömenler ise Sarmoung Kardeşliği'nin soyundan gelen kişilerce paylaşılmıştı. Böylece yeryüzündeki bütün kardeşler birleştiğinde Ölü Deniz Parşömenleri tamamlanmış oluyordu ve İrem bunların hiçbirini bilmiyordu.

1947 yılının şubat veya mart ayında, Muhammed Ahmed El-Hamid adlı genç bir bedevi keçi çobanı, kaybolan keçisini arıyordu. Eriha kentinin on üç kilometre güneyinde, Ölü Deniz'in batı yakasındaki bir tepede bulunan bir delikten aşağı taş atmış ve duyduğu testi kırılma sesi üzerine aşağıdaki mağaraya inmişti. Mağaranın zemininde, içinde keten kumaşa sarılı deri tomarların bulunduğu büyük testiler bulmuştu. Testilerin ağzı sıkıca kapatıldığı için tomarlar yaklaşık bin dokuz yüz yıl boyunca hiç bozulmadan saklı kalabilmişlerdi.

1947'deki keşif ve sonradan yapılan kazı çalışmaları sonucunda toplam on bir mağarada bu elyazmalarına rastlanmıştı. İrem'in babası da bu çalışmalarda yer alan birisiydi... Bunları sınıflandırmak açısından mağaralar numaralandırılmıştı. Bir numaralı Kumran Mağarası'nda bulunan tomarlardan beşi, ismini aldıkları Kudüs'teki Suriye Ortodoks Manastırı Başpiskoposu tarafından satın alınmıştı. Diğer üç tomar ise İbrani Üniversitesi Profesörü E.L. Sukenik tarafından satın alınmıştı.

Bu tomarlar, Ölü Deniz kıyısındaki Kumran Vadisi'ne yerleşmiş olan dini bir topluluğun tarihçesini aydınlatmıştı. Bu topluluk, Kumran Topluluğu veya Esseneler olarak bilinen, dışa kapalı Yahudi bir toplumdu. Zadokite Belgeleri, Toplum Kuralları ve Disiplin El Kitabı gibi yazılar, Kumran'daki günlük yaşam hakkında oldukça geniş ölçüde bilgi sahibi olunmasını sağlamıştı.

Peki, Ölü Deniz Parşömenleri'ni kim yazmıştı? Onu bu kadar önemli yapan neydi?

Arkeolog Robert Cargill, Arkeolog Ronni Reich, Kudüs İbrani Üniversitesi Profesörü Jan Guneweg ve Schiffman gibi birçok isim de tartışmalara dâhil olsa da bu parşömenlerin kimin tarafından yazıldığı halen merak konusuydu. Hem parşömenleri kimin yazdığı değil, kimin okuyabileceği önemliydi.

Ağlamaya başladı İrem. İlk kez ailesinden ayrı, Ayasofya'ya dua etmeye gelmişti. Önünde parşömenler, gözünde gözyaşları... Bir damla, ardından iki ve üç... Gözyaşları parşömenlere düşmeye başladı. Her bir damla kâğıtların üzerinde iz bırakıyor, dağılıyor ve yeni bir gizemi açığa çıkarıyordu çünkü bir cadının gözyaşı, tüm gizemleri çözmeye yeterdi.

İrem şaşırmadı olanlar karşısında, tam tersine rahatlamıştı. Parşömenleri okuyabiliyordu artık. Sihirli sözcükleri söyledi, kâğıt tomarları harekete geçti. İrem'i hiç olmadık bir yere fırlatıverdi. Cadılar Diyarı tüm ihtişamıyla yükseliyordu yani Esseneler'in özgürce dolaştığı bir memleket...

Gül Yangını | Azer'in YükselişiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin