Nasri

864 5 0
                                    

Uçak İstanbul'a inerken Nasri de bir o kadar heyecanlıydı. Robert'e dönerek ''Nereden başlayacağız?'' diye sordu. Robert kendinden oldukça emin bir tavırla ''Harran!'' diye bir çığlık attı. Etraftaki birkaç kişi onlara bakmıştı ama Robert oralı bile olmadı. Nasri'yi kolundan tuttuğu gibi çekiştirmeye başladı. ''Hadi!'' diyerek de bir yandan onu rahatlatmaya çalışıyordu.

Ve ne uzun ne de kısa süren bir yolculuktan sonra Harran'ın dar sokaklarında geziniyorlardı. Küçük bir yer olmasına rağmen burasının öyküsü insanlık tarihi kadar eskiydi. Öylesine lafı geldiği için söylenmiş bir söz değildi bu. Mitler, Hazreti Âdem ve Havva'nın yeryüzünde ilk ayak bastıkları yer olarak söz ederlerdi buradan. Eşyanın isimleri öğretildiğinde Hazreti Âdem'e, ihtimal ki toprağın ilk sürüldüğü yer olarak da seçilmişti. Denildiği gibi rivayet sadece... Daha bilimsel kayıtlarda ise geçmişi on bin yıla kadar dayandırılırdı.

Kutsal yazıların birçoğunda Peygamber ile birlikte hatırlanırdı burası. Kuruluşu ta Nuh Nebi'ye, daha doğrusu torununa kadar dayanırdı. Hazreti İbrahim'in bir süre kaldığı ve babasını gömdüğü yer olarak geçerdi Tevrat'ta. Ve Musa Peygamber ile Şuayp Peygamber'in koyunlarını güttüğü ve o meşhur asasını da burada kavuştuğu söylenirdi.

Cullab ve Deysan Irmaklarının beslediği ve büyüttüğü etrafı balta kıymaz ağaçlarla çevrili bir ovanın kucağında kurulduğunda adı İstanbul ya da Antakya olan herhangi bir antik şehrin kurulmasına daha asırlar vardı. Bunların yaşı üç bin yıl kadar vardı.

Bundan üç bin yıl kadar önce sulak topraklarında Asur krallarının fil avladığı bu diyarlarda, bir taraftan ticaret, bir taraftan tarım ve hayvancılık almış başını yürümüşken ilmin de türlü türlüsü, hünerin ise gün görmemişi dâhil her şekilde mevcuttu bir zamanlar.

Eski Roma'daki bir söz ise Harran'ı anlatmaya yeter de artardı bile. ''Vulnera Omnez Ultima Nekad,'' diye... Bunu yaptıkları güneş saatlerine kazırlardı Romalılar. ''Hepsi yaralar, sonuncusu öldürür,'' anlamına gelirdi bu söz. Gerçekten de bu son istila neredeyse her anlamda öldürdü Harran'ı.

''Görülmesi Gerekenler'' diye yazılı bir tabela Nasri'nin dikkatini çekince, Robert'i dürtmüştü. Hemen işaretin olduğu yöne giderek yoldan sapmışlardı ama yine de tabelanın başlığı altında sıralanabilecek olan listenin en üstünde tabii ki meşhur Harran evleri yer alıyordu. Bindirme tekniğinde külah biçiminde yapılmış konik kubbeli evleri, Harran deyince akla ilk gelen görüntülerden birisiydi.

Tarihi sekiz bin yıl evveline kadar uzanıyordu bu evlerin. Hala aynı teknikle ve aynı estetik anlayışıyla inşa edilmeleri de ilginçti tabii ki. Bu teknikle inşa edilmiş evlerin yoğunlukta olduğu tespit edilen Urfa-Birecik ve Urfa-Akçakale gibi bölgelerde evlerin kubbeleri kerpiçle örtülüydü. Harran evlerinde ise kubbeler tuğla kullanılarak örtülmüştü. ''Bu da zamanımıza kadar ulaşabilmelerinin bir sebebi olsa gerek!'' diye düşünmüştü Nasri istemeden. Nasri ve Robert o kadar şaşırmışlardı ki neredeyse küçük dillerini yutacaklardı.

Evler içeriden en çok beş metreye kadar varan kubbelerle, otuz veya kırk tuğla dizisi kullanılarak örtülmüştü. Düzensiz sıvanan balçıkla bağlanan kubbe ve duvarların içinde ve dışında da bu harç kullanılmıştı. Yörenin iklimine intibak etmiş bir mimari tarzdaydı bu evler. Yazın serin kışın sıcak tutmasıyla ünlüydü.

Şehrin ortasında yirmi iki metreye kadar yükselen bir höyük vardı. Tarih öncesi devirlerden miladi on üçüncü yıla kadar iskân görmüş olmasıyla ünlüydü bu höyük. En üst tabakasında İslam dönemi şehir kalıntıları bulunan höyükte bu döneme ait su kuyuları, avlulara açılan odalar, kare ve dikdörtgen planlı bitişik nizamlı evler, bu evlerin oluşturduğu dar sokakların izlerine rastlanıyordu ki bu da oraya gelenlere eski İslam şehirleri ve konut mimarisi hakkında hatırı sayılır bilgiler veriyordu.

Nasri ve Robert ise bu höyüğün etrafından dolaşarak yeni bir açıklığa gelmişler ve surların olduğu bir meydana çıkmışlardı. Bu surlar Harran Kalesi'ne bağlanıyordu ve bu kale bölge halkı için önemli bir tarihi figürdü. İç kalesi şehrin güneydoğusunda kalıyordu. Harran'ın surlarının o kesimdeki bölümünü oluşturuyordu. Burada bir Sabii tapınağının varlığından söz eden kaynaklar da vardı. Emevi Halifesi II. Mervan'ın on milyon dirhem altın harcayarak yaptırdığı saraydan da bahsediliyordu. Hatta bu sarayın kalenin esasını oluşturduğu tahmin ediliyordu.

Kale üç katlıydı. Planı düzensiz dikdörtgen şeklindeydi. Dört köşesinde bulunan on iki kulesinden kuzeybatıdaki tamamıyla yıkıktı. Güneydoğudaki kulenin dış kısmı yıkılmış olup iç kısmı ayaktaydı.

Güneybatıdaki ve kuzeydoğudaki kuleler ise kısmen vardı. Muhtelif kaynaklarda adı Camii El-Firdevs veya Cuma Camii olarak geçen Harran Ulu Camii'nin de temelini, Sabilerin taptığı Ay Tanrısı adına yapılan bir Sin Tapınağı'nın oluşturduğu söylentiler arasındaydı. Şekli sekizinci yüzyıl Emevi camilerine çok benzemekteydi. Altı kapısı ve revaklarla çevrili şadırvanlı bir avlusu vardı.

Bu bölgeyi de atlayan ikili Şanlıurfa-Mardin karayolunun otuz beş kilometresine girdiklerinde ve oranın da sağa sapılarak otuz kilometre sonra ulaşılan Soğmattar tarihi kent kalıntısına ulaştıklarında, güneş daha anca tepeye çıkmıştı. Vardıkları yerde Han El-Ba'rur Kervansarayı ya da Şuayb Peygamber'in yaşadığı Şuayp Şehri harabeleri gezilip görülebilirdi çünkü halen zamanları vardı.

Harran, uzun ve hareketli tarihinin şaşırtıcı bileşenleriyle doluydu ama ne yazık ki yüzyıllara yayılan istilalar, üst üste gelen doğal afetler ve yağmalar şehirde geçmişe dair pek az şey bırakmıştı. Elde kalan üç beş mabet kalıntısı, konik kubbeli evler, eski kale, höyük... Bunlar bile az değildi aslında. O yüzden vakitlerini heba etmek istemediler ve böylece bir süre dolaştıktan sonra gündüz sarı ve kahverenginin ara tonlarıyla dümdüz monoton bir manzara sunan bir ovaya vardılar. Ancak güneş batmaya yakın olduğu için bu fırsatı kaçırmışlar ve ova akşamları kızıl sarıya dönüştüğü için farklı bir manzara ile karşılaşmışlardı. Yanlarından geçen birisinin çay diye bağırdığını duyunca Robert dayanamadı ve hem kendisi için hem de Nasri için birer bardak çay aldı.

Yorgunluğun üstüne içilen bol şekerli ve fakat iyi demlenmiş bir çay, ikilinin yorgunluktan bitap düşmüş bedenlerini akşamüzeri güzelce dinlendirdi. Ve yıldızlar onları yalnız bırakmadı. Eski Harranlıların yıldız bilimiyle uğraşmalarını haklı çıkaracak kadar güzel gözüküyorlardı burada. Sırf bunun için bile gelinir mi bilinmezdi. Ama Harran'a kadar gelmişlerdi. Boş dönmeleri imkânsızdı artık. Nasri de Robert de kendi nasibince doldurup gidecekti heybesini buradan.

Gül Yangını | Azer'in YükselişiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin