Hazreti İbrahim

773 5 0
                                    

Agade kralları döneminin belki de en önemli yeniliği, krallık anlayışında olmuştu ve ilk kez doğulu hükümdar tipinin belirtileri ortaya çıkmaya başlamıştı.

Sargon'un unvanları, torunu Naram-Sin'e göre nispeten daha alçak gönüllüydü ve erken sülale dönemi sonlarındaki kralların kullandığı unvanlardan çok farklı değildi fakat Naram-Sin ile birlikte çok yadırganan ve uzun vadede kabul görmeyen bir değişiklik olmuştu.

Naram-Sin hükümranlığının bir döneminde, o güne kadar sadece tanrı ayrıcalığı olan bir sıfat benimsemişti. Kendi yazıtlarında adının önüne ilahi işaret koymuş yani çivi yazısıyla isminin önüne tanrı yazdırmıştı. Ona adanan metinlerin dili, daha cüretkâr sayılabilirdi ve bu metinlerde, köleleri ona, ilahilik atfetmekle kalmayıp Agade Tanrısı unvanını vermişlerdi.

Zafer Anıtı ve Güneş Diski altında, Ay Boynuzlu Naram-Sin ordusuyla bölgenin en ünlü dikme taşında Boynuzlu Miğfer ile betimlenmişti ve bu ilahi boynuzlar aslında tanrılara özgü bir ayrıcalıktı. Güneş Tanrısı Utu'yu simgeleyen ışın saçan disklerin altında, belirgin bir seviye farkı ile vurgulanmıştı.

Yöneticilerin, kent tanrısının kâhyası olmaktan başka ayrıcalık istemedikleri bir din sisteminde, kralların ilahi kimliğe bürünmesi çok aykırı bir davranıştı ve bu düzeni yıkabilecek yegâne insan İbrahim Peygamber... Birisinin çıkıp halkı uyandırmasının vakti gelmişti çünkü ilahi krallık anlayışını Mezopotamya asla yürekten benimsememişti.

Ama yine de Hazreti İbrahim'in işi çok zordu. Kral Sargon'dan sonra oğulları ve torunu Naram-Sin ülkeyi genişlettikçe genişletmiş ve bütün yönlere kol salmıştı. Öyle şımarmıştı ki büyükbabası Sargon'un aksine Sümerlileri karşısına almaktan korkmayarak onların tanrılarına özellikle de Yüce Enlil ile onun tapınağı Ekur'a büyük saygısızlık etmişti ve kimse karşısında durmaya cesaret edememişti ama bugün her şey değişecekti.

Her insan bir gün özgürlüğe kavuşmayı beklediği gibi İbrahim de bekliyordu uygun zamanı fakat herkes bilirdi ki sınırları olan bir canlıydı insanoğlu. Gözlerinin görüş mesafesi belliydi, kulakları çok net duymaz ve diğer duyu organları da fena değildi ama yine de hisleri doğru yere götürürdü insanı.

Bir de bunun yanında toplum olarak yaşamanın da getirdiği sınırlar eklenince insanın omuzlarına... Gelenekler, kurallar, yasalar... O vakit tekrar düşünürdü İbrahim. Özgür olmak istiyordu ama hangi çizgiler içerisinde özgür olabiliyordu? Sınırlar var ise gerçekten özgür sayılır mıydı?

Birisinin özgürlüğü bir başkasının tutsaklığının başladığı yerde biterdi, öyle değil mi? Bu Sümerlerin getirdiği yeni ve bir o kadar da katı bir kural olsa gerek... Ya Allah'ın getirdiği hükümler? Onları uygulamaya koymayacak mıydı İbrahim? Eğer onları uygularsa diğer insanların tam tersi istikamette gideceği için insanların nefretini kazanmayacak mıydı? İbrahim'i kim tarif edebilirdi? Kim anlayabilirdi en derinden? Mağaradan çıkamaz ise çözebilir miydi kaderin düğümlerini?

İbrahim mağaradan çıkmamıştı ki hiç! Bir put gibi sabit, bakışları duvara odaklı ve ne sağa ne de sola dönebiliyor... Karşısındaki duvardan birtakım imgeler geçiyor ve birtakım sesler çıkıyor. Başka bir yere bakamadığı için hatta mağarada bile olduğunu tam olarak kavrayamadığı için yegâne gerçekliğin karşısından geçen bu imgeler olduğunu ve o imgeler geçerken duyduğu sesin de o imgelerin adı olduğunu düşünüyor...

Bir süre sonra prangalarını kırmayı başarıyor İbrahim ve sabit bakışlarını artık mağaranın her tarafını görecek şekilde hareket ettiriyor. Anlıyor ki o yegâne gerçeklik olarak düşündüğü imgeler aslında arkalarındaki bir ateşin önünden geçen insanlar ve insanların taşıdıkları nesnelerin yarattığı gölgeler... Duvardaki yansımalar ve ona kaynak olan nesneler aslında bu dünyaya ait... Oradaki ateş, bu dünyanın işleyişinin temel dayanağı... O nesneler, aynı zamanda bu dünyanın işleyişi ve kurgusallığı... Taşınılan şeyler, toplumu şekillendiren gelenekler ve ideolojiler...

Gül Yangını | Azer'in YükselişiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin