Beyza

987 7 0
                                    

Bursa... Muhteşem bir il... Denizleri berrak mavi, kumsalı taşsız, insanın tenini okşayan ve havası mis gibi doğa kokusuyla... Uludağ'da her yıl binlerce turist bu güzel karlı, bir o kadar da pamuk gibi yumuşacık bir beyazlıkla örtülü harikayı görmeye gelir ve tonlarca para bırakır...

İnsan, Bursa'ya gittiğinde tadı damağında kalacak lezzetli balıklarını yemeden ayrılırsa yolculuğunu tamamlamamış olur... İskenderi, tahanlı çöreği, kestane şekeri, Bağdat hurma tatlısı, halka tatlısı, cantığı, pideli köftesi ve daha nicesi... Mesela doğası bir başkadır Bursa'nın... İnsanın içine bir mutluluk, yaşama sevinci, şevk ve arzularını uyandıran bir sinyal gönderir...

Yolu Bursa'ya düşen birisinin bu güzel cennet bahçelerinden, ormanlarından ve daha nice tarihi güzelliğinden faydalanmaması ayıp olur... Havasıyla, deniziyle, tarihiyle, insanıyla ve diğer her şeyiyle bir başka güzellikleriyle sevenlerin, özleyenlerin, kendisini merak edenlerin uğrak yeri olmaya devam eder burası... Bursa da Anadolu'nun bir parçası, Türkiye'nin ciğeridir... Buram buram tarih kokar... İnsan daha nasıl anlatabilir ki?

Hele ki Emirsultan Lisesi... Adını meşhur evliya ve Hazreti Muhammed'in torunu Emir Sultan Hazretleri'nden alan ve Emir Sultan Camii ile İncirli Caddesi arasındaki mezarlığın hemen doğusunda olan gizli bahçe...

Yardımseverlerin bağışladığı, dört bin yedi yüz elli iki metrekare alan üzerine inşa edilmiş üç katlı bina...

Öğretmen sayısı otuz, öğrenci sayısı beş yüz doksan iki, derslik sayısı on altı, fen laboratuarı sayısı bir... Bir kütüphane, bir rehberlik odası, bir sosyal oda, bir revir odası, bir resim ve müzik odası ile bir spor odası... İdari olarak ise bir müdür, iki müdür yardımcısı ve bir memur odası bulunmaktaydı.

İl merkezine uzaklığı ise iki kilometre... Cumhuriyet Caddesi'nden tramvayla gelindiğinde İncirli Caddesi Emirsultan Tramvay Durağı'nın, Emirsultan Mezarlığı yanından iki yüz elli metre yukarı çıkılması gerekirdi. Bundan sonra ya Emirsultan Camii'nin seyir alanının bulunduğu alandaki merdivenlerden aşağıya doğru iki yüz metre gidildiğinde bulunabilir ya da 6A ve 6E otobüsleri ile gelindiğinde Emirsultan Durağı'nda inilerek okula gelinebilirdi.

Kısacası okul Emirsultan Camisi'nin elli metre altında sağlık ocağı görünümlü bir binaydı. Otuz beş derece sıcakta ''Ceketini giy!'' diye kovalayan müdürü de okulu eğlenceli ve çekilmez kılan...

Müdürden sıkılan bazı öğrencilerin ki buna Beyza da dâhil, sınavlardan önce Zeki Müren'in mezarını ziyarete gittiği de görülürdü. Nitekim bugün kimse kaçamamıştı okuldan ve herkes hocayı dinlemek zorunda kalmıştı.

''Sokaktan birisini çevirip Malta hakkında bir soru sorsanız tabii ki de çok da farklı şeyler söyleyemez. Ama bu onların suçu değil, bu küçük Akdeniz cenneti birçoğumuz için bir gizem,'' dedi hoca. Konuşmasına esrarengiz bir hava vermek istiyor ama bir türlü başaramıyordu. Çoğu kişi uyuklamaya başlamıştı bile çünkü coğrafya dersleri çok sıkıcı oluyordu. Hoca resmen karnından konuşuyordu ve onu anlamak için en az bir metre yakınında olmak gerekiyordu.

Ama ne yazık ki Beyza en arka sıradaydı ve yarı uyur vaziyette sıranın üzerine düşüverdi. ''Küt!'' diye bir ses duyuldu sınıfta ama kimse oralı olmadı. Hâlbuki Beyza'nın kafası çok acımıştı. Uykusu kaçmıştı artık, hocaya odaklanmak ve dersi takip etmek zorunda kaldı. Bir yandan da saati izliyordu ama tam tamına zilin çalmasına yirmi dakika kaldığını görünce bunu da yapmaktan vazgeçti.

Hoca dersi daha da ilginç hale getirebilmek için başka bir yol izleyecekti bugün. Rengârenk ve yapışkanlı kâğıtlardan bir tomar getirmişti sınıfa. Hepsinin üzerinde Malta hakkında küçük notlar vardı ve çoğunu daha önce kimsenin duymadığından emindi öğretmen. Ve kâğıtları sıra ile tahtaya yapıştırdı ve en sonunda işi bitince içlerinden bir kâğıdı çekti. Boğuk sesiyle okudu ve sonra sustu hoca. Öğrencilerin sıra sıra kalkıp bir kâğıt çekmelerini ve sınıfa dönerek okumalarını istedi. Arif ayağa kalktı. Şişman olduğu için sıraların arasından geçmesi zor olmuştu ama nihayetinde tahtanın önüne gelmeyi başardı. Pembe bir kâğıt çekti ve bir şeyler söyledi. Ardından yerine oturdu.

Hakan ayağa kalktı. Kaslı, yapılı ve sert mizaçlı bir çocuktu. O konuştu mu bütün sınıf korkudan susup onu dinlerdi. O da bir kâğıt çekti tahtadan, yeşildi. Kızlar onun söylediklerinden çok bakışlarına hayrandı. Sonrasında o da görevi devretti.

Alara'daydı sıra. Çok güzel bir kızdı. Bütün okulun gözdesiydi ve ağzını geve geve konuşuyordu çoğu zaman. Nedeni ise sürekli sakız çiğniyor oluşuydu. O da tahtadan bir kâğıt kopardı, okudu ve yavaşça yerine oturdu.

Üç dört öğrenci daha derse katıldı böylece. Anlaşılan otuz kişi bir bir okuyacaktı renkli kâğıtları. Dilara, Mehmet ve onun ardı sıra gelen bir sürü öğrenci...

Ebru ayağa kalktı. Sınıfın en inek öğrencisiydi ve bilmediği şey yoktu. ''Ağırlıklı olarak Katolik olan ülkede üç yüz altmışın üzerinde kilise var. Hemen hemen her bin kişiye bir kilise demek bu,'' diye yutkundu Ebru. Kendisi de şaşırmıştı. Ders eğlenceli olmaya başlamıştı işin açıkçası.

Ebru'dan sonra gelen öğrenci de bir şeyler okudu. O kadar sessizdi ki sınıftaki kimse onun hakkında bir bilgiye sahip değildi. İlk kez konuştuğunu duyanlar bile olmuştu sınıfta. Sonra o da yerine oturdu.

Sıra Beyza'ya gelmişti ama çok istekli değildi. Osmanlı zamanında çoğu insanın Malta Adası'na sürgüne gittiğini bir yerde okumuştu. Sürgüne gönderilen bir yer asla ama asla güzel olamazdı. Bir kâğıt çekti: ''Malta Adası'na gitmek isteyenler şu üç kitabı okumalıdır: The Kappillan of Malta - Nicholas Monsarrat, The Sword and the Scimitar - David Ball, The Jew of Malta - Christopher Marlowe.''

Başka bir kâğıt çekti, diğer arkadaşlarını bu eziyetten kurtaracaktı ve elindeki mavi kâğıdı okudu. Hoca ''Beyza istersen arkadaşlarına da fırsat tanı,'' dese de pek oralı olmamıştı.

Hoca kızmaya başlamıştı. Homurtuları bunu kanıtlar derecedeydi ama yine de Beyza'ya bir şey söyleyemiyordu. Beyza'nın hasta olduğunu biliyordu çünkü. Kalp ritim bozukluğu çok tehlikeli bir hastalıktı, aşırı bir tepki her an rahatsızlığı açığa çıkarabilirdi. Zaten son dört kâğıt kalmıştı tahtada: Kırmızı, mavi, yeşil ve sarı.

Kırmızı kartı çekti ve sınıfa okudu. Yeşil kartı çekti. Mavi kartı çekti. Ardından son kartı çekti Beyza: ''Gozo Adası'nda bulunan Ġgantija Tapınaklarının Mısır Piramitlerinden bile daha eski bir döneme ait olduğu düşünülmektedir!''

Gül Yangını | Azer'in YükselişiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin