Isabella & Nil Nehri^
BÖLÜM '7'
Isabella Ra ile birlikte ilerlerken son beş dakikadır yaptığını devam ettirerek, merak ve hayranlıkla çevresini izlemeyi sürdürdü.
Şehir, şu ana dek gördüğü her şehir gibiydi. Normaldi. Çölün ortasına kurulması ona Katar'ın başkenti olan Doha şehrini anımsatmıştı, yapıları çok güzel bir mimariyle inşa edilmişti. Tıpkı Ra'nın evi gibi eski ve yeni kültür bir araya getirtilerek tasarlanması hoş bir ayrıntıydı. Bella'nın hayal ettikleriyle yakından uzaktan alakası yoktu, o eski tarz tapınaklar ve kulübeler beklerken, karşısında göğe doğru uzanan gösterişli binalar çıkmasını beklememişti.
Yol boyunca Ra'dan öğrendiği kadarıyla, şehirlerine Nûn adıyla hitap ediyorlardı. Mitolojiye göre Nûn var olan ilk Tanrı, aynı zamanda da Nil Nehri'nin temel yapıtaşı olmuştu. Nil, Nûn sayesinde hayat bulabilmişti, bulundukları yerde nehrin başlangıç noktası olan havzanın üstüydü. Dünya'yla aynı zaman dilimini paylaşmalarına rağmen, panteon boyut olarak Dünya'dan farklı konumdaydı. Bu da kesişmeden ortak coğrafyayı nasıl paylaştıklarını açıklıyordu.
''Beğendin mi?''
Ra'nın keyifli sesini işittiğinde, Bella bakışlarını çevresinden ayırmadan cevapladı.
''Muazzam, hiç böyle hayal etmemiştim.''
''Nasıl bir görüntü bekliyordun?''
''Nasıl desem... Daha az modern binalar ve ilkel tarzda kıyafetlerle karşılaşırım sanmıştım. Gökdelenler görmek aklımın ucundan dahi geçmezdi.''
Güneş Tanrısı söylediklerine gülümseyerek, onu fazla kalabalık olmayan bir restorana getirdiğinde Bella içerideki bütün gözlerin üstüne doğru çevrildiğini hissetti. Genç kadın gerginlikle yutkundu, yabancı olduğu anlaşılmış mıydı? Üzerindekilere baktı, Ra'nın ona giymesi için ödünç verdiği basit beyaz bir tişörtle pantolon vardı, gayet normal duruyordu.
Fakat sonra, insanların yanlarından geçerek masalarına doğru ilerlerken bir şeyi fark etti. Ten rengi. Genç kadının rengi Güneş'e fazla çıkmamış gibi solgun ve bembeyazdı, şehirde dolaştıkları süre boyunca beyaz tenli bir insan dahi görmemişti. Hepsi tıpkı Ra gibi koyu tenliydi.
''Onları aldırma. İlk defa sembolümü taşıyan bir insan görüyorlar.'' Ra oturması için sandalyeyi çektiğinde, Bella kibarca teşekkür ederek oturdu ve gözlerini insanlardan ziyade mekânın içinde dolaştırdı. Hoş bir yerdi, sade ama temizdi. Neredeyse her şey ahşaptan yapılmış ve keten örtülerle süslenmesi atmosfere güzel bir sıcaklık katmıştı.
''Ne tavsiye edersin?'' dedi Bella, bir yandan da önündeki mönüyü açmış içindekilere bakıyordu. Fakat yazılanları okuyamadı, yabancısı olduğu bir dildi. Ra yüzündeki ifadeyi kolaylıkla okuyarak gülümsemesini saklamadı.
''Doğru soru; sen ne yemek istersin? Sakıncası yoksa senin yerine sipariş verebilirim.''
''Çok memnun olurum, deniz ürünleri var mı?''
''Elbette, burada isteyebileceğin her şey mevcut.'' Ra sipariş vermek için elini kaldırdığı an, yarım saniye geçmeden masalarının başında orta yaşlarda olan bir garson belirdi. Adam reverans yapar gibi saygıyla başını eğerek onları selamladı.
''Efendi Ra, buraya gelmekle bizleri çok onurlandırdınız. Sizin için ne getirebilirim?''
''Merhaba Kirus.''
Ra kibar sayılabilecek bir dille, ikisi için de siparişleri vermeden önce garsonun hatırını sordu. Adamı tanıyor olmalıydı, keza hakkında pek fazla şey biliyordu. Gerçi Ra bir Tanrı'ydı, bilmemesi anormal olurdu muhtemelen. Kısa konuşmanın ardından, garson hiç istifini bozmadan söylenenleri getirmek üzere onları baş başa bıraktı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Mısır'ın Gözü
Fantasy-Antik Tanrılar Serisi -1- Ra yalnızdı. Her zaman yalnız olmuştu. Hükmetmekle birlikte gelen yalnızlığa alışkın olsa da, artık eskisi gibi bu duygunun önüne geçememekteydi. Yalnızlık girdabı, göğsünün ortasından başlayarak, içinde git gide büyüyor v...