BÖLÜM '4'
Çıldırmanın eşiğindeydi.
Kafasında o kadar çok şey esip gürlüyordu ki, hangi birisini önce ele alması gerektiğini bilemez olmuştu. Her şey koca bir yumak halindeydi ve paniği onu yiyip bitiriyordu. Kendini sakinleştirebilmek için enerjisinin çok büyük bir kısmını heba etmişti, ayakta duracak gücü varla yok arasında gidip gelen ince çizginin üstündeydi. Fakat akıl sağlını koruyabilmek için de bunu yapmak zorundaydı. Her ne kadar imkânsız olsa da, önünde duran üç adam karşısında duruşunu dik tutmak istiyordu.
''Tamam, isteğini kabul ediyorum.'' Adam uzun boyuyla ayağa dikilirken, ona da kalkması için elini uzattı. ''Gitmek istediğin yeri düşün ve bana tutun. Bir tek öldüğün yere gidemezsin, onun dışında gitmek istediğin her yere seni götürebilirim.''
''A-Ama asıl gitmek istediğim yer orası.''
''Ruhla beden aynı yerde olamaz.'' dedi yabancı sert bir dille. ''Ruhun bedenine çekilirse, orada sıkışıp kalırsın.''
Bella kaşlarını çatarak adamın dediklerini dinledi. Neden bilmiyordu ama yalan söylediğini hissetmemişti, hatta söylediklerine güvenmek istiyordu ama bilinci bulunduğu yeri mantıklı bulmadığından sessiz kaldı.
Yabancının elini kabul etmeden ayağa kalkarken, aklı yaşananlara gitti. Vurulduğuna göre sahiden de ölmüş müydü? Kurşunun saplandığı noktayı çok iyi hatırlıyordu. Karnının altına, muhtemelen organlarından birine isabet etmişti. Teninden aşağı akan kanı, sıcaklığını, metalik kokusunu... Bunları da net bir şekilde hatırlıyordu.
Boğazı kasıldı. Öldüğünü kabullenmek istemiyor, adeta bu gerçeği reddediyordu. O ölmüş olamazdı... ama ya bulunduğu bu tuhaf yer? Duat?
Bella yine de başını şiddetle iki yana sallayarak, mantığından yana kalmayı tercih etti. Hayır.
Hayır.
Her şey korkunç bir kâbustu o kadar. Komada olmalıydı. Evet, koma kulağa mantıklı geliyordu. Gözlerini açmayı başardığında bütün bunlar sona erecekti.
''Tamam.''
Sonunda düşüncelerinden sıyrılıp, adama bir karşılık verebilmeyi başardığında, sesi kuru ve çatlak çıkmıştı. Her an tekrardan ağlayabilirmiş gibi zayıftı. Ümitsizliği sesinden okunuyordu.
''Dünya'dayken bir ruhsun, unutma. İnsanlar seni göremez. Eşyalara dokunabilir, yiyecekleri ısırabilirsin ama tatlarını alamazsın. Duyu organlarının bir kısmı orada seninle olmayacak.''
Isabella bu sefer hiçbir şey söylemedi. Ne bir cevap, ne de bir baş sallamasında bulundu. Dediklerini kabul etmiyor fakat ağzından tek bir söz dahi çıkaramıyordu. Kalbi hızlanırken, avuç içleri terledi. Kalbi deli gibi atsa da geri adım atmayacaktı.
''Ben hazırım, gidelim.''
Yabancı ona bir kez daha elini tutması için uzattığında, Bella bu sefer reddetmedi. O sırada burnuna hafif, hoş bir koku geldi. Üstündeki sabahlıktan geliyordu. Sandal ağacı kokusu. Bu kokuyu bir yerden hatırlıyordu, tanıdıktı.
Ancak şu anda düşünmek istemediğinden, dikkatini sadece gitmek isteyeceği yere odakladı ve zihnini rahat bıraktı.
Washington'ı düşündü. Kendini Lafayette Parkı'nın tam merkezinde, yeşilliklerin içinde hayal etti ve saniyeler içinde, önündeki görüntü değişmeye başladı. Her şey bir anda gözünün önünde karman çorman bir hal alırken, korkuyla adama tutundu. Bunu nasıl yapabiliyordu? Kimdi bu adam?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Mısır'ın Gözü
Fantasy-Antik Tanrılar Serisi -1- Ra yalnızdı. Her zaman yalnız olmuştu. Hükmetmekle birlikte gelen yalnızlığa alışkın olsa da, artık eskisi gibi bu duygunun önüne geçememekteydi. Yalnızlık girdabı, göğsünün ortasından başlayarak, içinde git gide büyüyor v...