Ra^
BÖLÜM '29'
Ra Apep'in kapatılmasını sağladıktan hemen sonra Seth'i bulmak için Nûn'un her bir köşesini defa kere turladı. Ne onun, ne de yanına getirdiği tanrıçanın varlığını panteonun sınırları içinde hissedebiliyordu. Gitmiş olabilirler miydi? Ama nasıl? Bu kadar tanrı ve tanrıça varken kolayca çekip gidebilmelerine imkân veremiyordu. Fakat panteonun gelmiş olduğu hali görünce belki de bu olasılık mümkündü.
Seth bütün kozlarını sağlam ve tam yerinde oynamıştı. Ra böyle bir halta kalkışabileceğini tahmin edememişti. Onu köşeye öyle bir sıkıştırmıştı ki neredeyse canından olacaktı. Neredeyse.
Yumrukları sıkılışırken ağzında biriken dumanı üfledi. Horus'un evinin önünde belirdiğinde yerdeki ölü bedenlere dikkat ederek içeriye geçmeye çalıştı. Havadaki kan ve ölümün kesif kokusunu alabiliyordu, göz ardı edemeyeceği kadar sertti. Sertçe yutkundu. Apep'i durdurmuştu belki ama diğer tarafta meydana gelen kıyameti engelleyememişti. Horus'un gözü çalınmış, panteonundan bir sürü insan hayatını kaybetmişti. Üstelik Ra bunu ilk defa yaşamıyordu. Halkını ve ona güvenen diğer bütün yoldaşlarını hayal kırıklığına uğratmıştı. Özellikle de Bella'yı.
Kadını şimdi düşünme. Daha değil.
Daha değil.
Etrafa çeki düzen vermeden kadınına geri dönemezdi. Tabii hala hayattaysa. Bu olasılık içini asit gibi yakıyor, onu kahrediyordu. Duraksamadan evin içine girmeye başardığında omuzlarını dik tuttu. Halkı önceliğiydi, hepsinin iyi olduğunu öğrendikten sonra ancak Bella'yı görmek için gidebilirdi.
Hayatında ilk defa Baş Tanrı olduğu için konumundan nefret etti. Herhangi bir tanrı ya da insan olsaydı, önceliği kesinlikle çok daha farklı olurdu. Şu anda tapınağın içinde değil de, Bella'yı kollarına almış hatta belki de onu çoktan kurtarmış olurdu. Fakat Ra için işler ne yazık ki böyle değildi. Başta olmak, birçok fedakârlığı da beraberinde getiriyordu ve Ra ondan beklenenleri layığıyla yerine getirmekle yükümlüydü. Bella'nın da dediği gibi; bu onun göreviydi. Gücünün getirdiği bir borçtu.
Havaya yayılmış leş kokusunu takip ederek, geniş bir salona vardığında ilk önce Horus'u gördü. Tanrı koltuğun arkasına yaslanmış Isis'in gözüne yapmakta olduğu pansumanı bitirmesini sabırla bekliyordu. Üstü başı kan içindeydi, sertçe nefes alıp verirken boynunda beliren damarları durduğu yerden dahi görebiliyordu. Canının feci derecede yanmasına karşın Horus yine de sessizdi. Duyulun tek şey, keskin nefes alış veriş sesiydi.
Gözleri salonun diğer ucunda duran Sekhmet'e çevrildi. Savaş tanrıçası saçından ayaklarına kadar kana bulanmıştı. Saçlarında ve bedeninde kan dışında ufak pembe-kırmızı parçalar gördüğünde, Ra organ olduklarını tahmin etti. Tanrıça eskiden sarı şimdiyse kızıl duran saçlarını geriye yatırarak, eline gelen birkaç beyin parçasını üstünden attı. Ardından varlığını hissetmesiyle kızıl gözleri ona çevrildi.
''Netjet nefer,'' tanrıça onu saygıyla selamladı. ''Nasıl hissediyorsunuz?''
''Gayet iyi.'' Dedi Ra kısık bir sesle. Üçlüye doğru yaklaşırken, gözlerini Horus'un üstünde tutmaya devam etti. ''Son durumlar nedir?''
''Baskını durdurduk. Fakat Seth, Eris ya da Loki'nin varlığından eser yok.''
''Loki mi?'' Ra tekrardan Sekhmet'e baktı. ''Onun burada ne işi var?''
''Yapmayın ama. Fesatlık Tanrısı böyle bir eğlenceyi nasıl kaçırabilir ki?''
''Gözümü o piç çaldı.'' Horus sağlam gözünü açarak ona baktı. Yenilginin vermiş olduğu gücenmişliği gözünden okuyabiliyordu. Belki de gördüğü kendi yansımasıydı. Onun da Horus'tan aşağı kalır yanı yoktu. Dürüst olması gerekirse ondan daha da beter bir durumdaydı. ''Nereden çıktığını anlayamadım. Elinde bir hançer vardı... Gözümü onunla oydu.''
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Mısır'ın Gözü
Fantasy-Antik Tanrılar Serisi -1- Ra yalnızdı. Her zaman yalnız olmuştu. Hükmetmekle birlikte gelen yalnızlığa alışkın olsa da, artık eskisi gibi bu duygunun önüne geçememekteydi. Yalnızlık girdabı, göğsünün ortasından başlayarak, içinde git gide büyüyor v...