Charlotte
Çömeldiğim yere iyice sinerken göz ucuyla Bella'ya baktım. O, kapıya daha yakındı. Yani olan biteni az da olsa görüyordu -benim aksime-.
''Neler oluyor?'' Fısıltımı nerdeyse kendim bile duyamayacaktım, ama umarım o duymuştu. Ölmemek istiyorsak bu kadar kısık sesle konuşmaktan başka seçeneğimiz yoktu sonuçta.
''İki adam Harry'yi tutuyor. Harry ve o sarışın çocuk bir şey konuşuyor sanırım ama duyamıyorum.'' Yavaşça yerde neredeyse sürünerek ilerlemeye başladığında şaşkınlıkla ona baktım.
''Ne yapıyorsun?''
''Sence? Ne konuştuklarını duymam için onlara biraz daha yaklaşmam gerekiyor.''
''Bella saçm-'' Dengesini kaybedip yere düşmesiyle oluşan ses boş depoda yankılanırken korkuyla yerimde sıçradım. Arkasına saklanmak için bir yer ararken bana çok da uzakta bulunmayan küçük koltuk dikkatimi çekti. Hızla oraya gidip koltuğun arkasına saklandım ve kafamı hafifçe koltuğun kenarından çıkararak sessizce ve titreyen sesimle Bella'ya seslendim.
''Buraya gel!'' Yerden doğrulmaya çalışırken bize doğru yaklaşan ayak sesleriyle içimden sesli bir küfür savurdum. Kafamı koltuğun arkasına geri sokarken Bella'nın -nasıl olacaksa- bir yere saklanıp yakalanmaması için dua etmeye başladım. Ayak sesleri kesilince yerime iyice sinerek nefesimi tuttum.
''Patron, küçük bir misafirimiz var.'' Korkuyla ellerimi ağzıma kapattım ve çığlığımı bastırmaya çalıştım.
''Getir onu buraya Josh.'' Uzaktan gelen kalın sesle gözlerimi yumdum ve kafamda planlar kurmaya çalıştım. Ama bu durumdayken bir şey düşünebilmem neredeyse imkansızdı. Tanrı aşkına! Orada en yakın arkadaşım, kardeşim olarak gördüğüm insan katiller tarafından yakalanmıştı ve benim ne bok yiyeceğim konusunda hiçbir fikrim yoktu. Kaldı ki aklımda oluşmaya çabalayan planlar da Bella'nın direnişleri ve mırıldanmaları yüzünden dağılıp yok oluyordu.
Ayak sesleri iki katına çıkarak uzaklaşırken korkuyla kafamı koltuğun arkasından çıkararak arkalarından bakmaya başladım. Siktir, plan bulmam lazımdı. Onların uzaklaştığından emin olduktan sonra koltuğun arkasından çıkarak kapının yanına kadar sürünerek ilerledim. Birkaç saniye sonra Harry'ye ait olduğundan emin olduğum boğuk ve gür sesle yerimde sıçradım.
''Bella?!'' Ne yaptıklarına bakmak için biraz daha kafamı dışarıya sarkıttım.
''Senin burada ne işin var?!'' Alt dudağımı dişleyerek onları dinlemeye devam ettim.
''Bağlayın hepsini.'' Elindeki silahı Dean'in başına bastıran sarışın çocuğun emriyle büyük cüsseli korumalar Harry ve Bella'yı sandalyelere bağladı. Kafamı içeri çekip duvara yaslandım ve gözlerimi kapatarak nefeslerimi düzene sokmaya çalıştım. Ama olmuyordu ki! Elimizdekilere bir bakalım; İçeride bağlı duran üç kişi ve bağlı olmayan üç kişi var, bunların beşi katil ve biri de benim -akıl yoksunu- en yakın arkadaşım. Elinde silah olan dört kişi var. Şey üçünü biliyorsunuz zaten. Dördüncüsü kimde mi? Ah, tabii ki bende. Bella beni her ne kadar hafife alsa da onları takip ederken yanımda babamın silahını taşıyorum. Hu hu? Burada katilleri takip etmekten bahsediyoruz, tabii ki önlem şart. Bende silah olmasına rağmen bir plan üretememem de işin cabası doğrusu. Kafamı tekrar kapının pervazından çıkarıp olan bitene göz attığım sırada sertçe yutkunarak gözlerimi büyülttüm. Sarışın. Çocuk. Bella'nın. Başına. Silah. Dayamıştı. Nefes almayı bile önemsemeden konuşmalarına dikkat kesildim.
''İtiraf et ve onu kurtar.'' Ne itirafı? Lanet olsun, sadece birkaç saniyeliğine onları dinlemeyi kesiyorum ve ne itirafından bahsediyorlar?! Tahminen Bella'dan çıkan küçük bir fısıltı duydum, ama dediğim gibi. Sadece fısıltı olduğu için ne dediği konusunda hiçbir fikrim yoktu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
DIFFERENT [DEVAM ETMEYECEK]
FanfictionKendi masumluğunda hayatını süren bir kız... Ve masumluğun karanlıkla kaplanmış hali bir erkek, bir katil. O kadar farklılar ki... Bir o kadar da aynı. "Ben bir bataklığım, sen ise dal parçası. Ve sadece üç yol var. Eğer o dal parçası beni bataklıkt...