Bella
''Bella?!''
Harry'nin depoda yankılanan gür sesiyle bakışlarımı ondan kaçırdım. Kelimenin tam anlamıyla boku yemiştim. Burada ölmezsem -ki bundan şüpheliyim- beni kesinlikle Harry öldürecekti. Lanet olsun! Neden her yol ölüme çıkmak zorundaydı?
''Senin burada ne işin var?!'' Sertçe yutkunarak bakışlarımı yere indirdim. Haklıydı. Benim burada ne işim vardı? Hangi insan bile bile ölüme yürürdü ki?
''Bağlayın hepsini.'' Elindeki silahla Dean'in başına baskı uygulayan sarışın çocuk henüz dikkatimi çekmişti. Gıcık bir şekilde sırıtması, içimde oluşan onun suratına yumruğumu geçirme isteğimi kabartıyordu. Dean'se onun aksine şaşkınca bana bakıyordu. Ah, Harry mi? Hanüz kendimde ona bakma cesaretini bulduğumdan emin değilim.
Beni tutan adam tabiri caizse sürükleyerek masanın yanındaki sandalyelerden birini çekip Dean'in yanına koydu ve beni iterek sandalyeye sertçe oturttu.
''Orospu çocuğu! Hareketlerine dikkat et!'' diye gürleyen Harry'ye baktığımda sinirden gerilen damarları ve atş saçan gözleri görüş alanıma girince sertçe yutkundum. Bir dakika. O az önce ne dedi?
''Oww, adamım. Sakinleş biraz.'' Harry, sert bakışlarını sarışın çocuğa diktiğinde sarışın çocuk alayla sırıttı. Komik olan neydi?
Harry'yi tutan adam da bana uygulanan yöntemle -itme kısmı hariç- sandalyeye başlanmıştı. Sarışın çocuk, silahı Dean'den çekerek bana baktı.
''Bella, Bella,Bella... Neden sözümü dinlemezsin ki?'' diye alayla mırıldanınca kaşlarımı çatarak ona 'ne saçmalıyorsun?' bakışımı attım.
''Ah, anlamadığına inanamıyorum, prenses.'' Üstüne basarak 'prenses' demesi üzerine olduğum yerde donakaldım. Mesajlar... O muydu?
''S-sen... O m-mesajları atan sendin.'' diye şokla mırıldandığımda Harry'nin ve Dean'in bakışlarını üzerimde hissettim.
''Ne saçmalıyorsunuz? Ne mesajı?''
''Önemli bir şey değil.'' diyerek bana göz kırptıktan sonra bakışlarını Harry'ye çevirdi.
''Bilmem farkında mısın Harry ama, sevgilin elimde. Ve umarım az önceki söylediklerim hala aklındadır?''
Harry'ye baktığımda kaskatı kesilmiş olmuş olduğunu gördüm. Neler oluyordu? Dur biraz... Harry'nin sevgilisi? Ben mi? Hah, anca kabusumda görürüm.
''Ben onun sevgilisi d-''
''O benim sevgilim değil Luke.'' Harry'nin tıslamasıyla adının Luke olduğunu öğrendiğim sarışın çocuk sırıtarak elindeki silahla bana yaklaşmaya başlayınca gözlerim şokla irileşti. Ben daha ne olduğunu kavrayamadan alnımda hissettiğim soğuk metalle küçük bir çığlık attım. Lanet olsun. Krokuyordum, hem de altıma edecek kadar çok korkuyordum. Gözlerimi sıkıca kapatarak göz yaşlarımın yanaklarımı ıslatmasına izin verdim. Tanrım, sen yardım et.
''Demek sevgilin değil ha? Demek onu önemsemiyorsun? Öyleyse onu öldürsem senin için sorun olmaz sanırım?'' Boğazıma baskı uygulayan yumru büyüdükçe hıçkırıklarım da şiddetleniyordu. Tabii aynı orantıda da göz yaşlarım... Kendimi sıkıp hıçkırıklarımı ve göz yaşlarımı önlemeye çalışmadım. Çünkü çalışsam bile baramayacağımdan adım gibi emindim. Böyle bir durumdayken kim önleyebilirdi ki zaten... Silahı alnıma biraz daha bastırınca acıyla inledim.
''Kes şunu! Canını acıtıyorsun!'' Harry'nin sinirli ve gür sesiyle yerimde sıçradım.
''Demek onu önemsiyorsun?'' Gözlerimi yavaşça aralayarak göz ucuyla Harry'ye baktığımda tepkisizce alnıma dayanan silaha bakıyordu. Tepkisiz ve boş bir şekilde. O yeşil irisleri, yerini gri tonlarına bırakmıştı ve bunun iyiye işaret olmadığını bilemeyecek kadar aptal değildim. Hah, ben mi aptal değildim? Bir katili takip etmek zeki birinin yapacağı bir şey zaten (!).
''Hayır.'' Harry'nin soğuk sesiyle içimdeki son umut kabarcıkları da patlayarak havaya karışıp yok oldu ve bir mucizenin gerçekleşmesi için Tanrı'ya son dualarımı etmeye başladım.
''İtiraf et ve onu kurtar.'' Tekrar Harry'ye baktığımda yüzündeki duygusuzluk tüylerimi ürpertti. Gerçekten gözleri önünde ölmeme seyirci kalmayacaktı değil mi? Yani... Yapmazdı, değil mi? Alnımdaki tabancaya baktığımda Luke'un parmağını tetiğe koyduğunu gördüm. Hıçkırıklarım artarken çaresizce fısıldadım.
''Harry... Lütfen.''
''Son kez soruyorum. Önemsiyor musun, önemsemiyor musun?'' Harry cevap vermeyince gözlerimi sıkıca yumup iki damlanın yanaklarımdan süzülmesine aldırmadan son kez mırıldandım.
''Senden nefret ediyorum.'' Ellerimi kesen iplerle uğraşmayı bırakıp kendimi ona teslim ettim.
Harry
''Son kez soruyorum. Önemsiyor musun, önemsemiyor musun?'' Luke'un sesiyle gözlerimi tekrar Bella'ya çevirdiğimde boğazıma oturan yumru birkaç kat büyürken yutkunmamı zorlaştırmaya başlamıştı. Onu önemsiyordum. Hem de çok. Eğer ona bir olursa kendimi asla affetmezdim. Ama yapabileceğim bir şey yoktu. Eğer onu önemsediğimi söylersem Bella'nın peşini bırakmayacaktı ve belki de başına bundan çok daha kötü şeyler gelecekti. Yine zarar gören o olacaktı ve ben onun zarar görmesi düşüncesinden nefret ediyordum. Onu önemsediğimi söylemek istiyordum ama belki de Luke bunu öğrendiğinde yine sözünde durmayıp gözünü bile kırpmadan onu öldürürdü. Belki onu önemsediğimi söylemezsem peşini bırakırdı. Ya da diğer seçenek; onu öldürürdü. Cevap vermeyip olacakları beklemeye başladım. Belki de bir mucize olurdu...
''Senden nefret ediyorum.'' Bella'nın fısıltı halinde çıkan kısık sesiyle içime cam parçaları saplanmış gibi oldum. Gerçekten etmiyordu değil mi? Sadece beni söylemem için gaza getiriyordu. Değil mi? Yerinde kımıldanmayı bırakıp kendini serbest bıraktığı sırada deponun kapısından gelen sesle hepimiz bakışlarımızı oraya çevirdik.
''Josh, Max neler olduğuna bakın.'' diyerek kafasıyla korumalara deponun kapısını işaret etti. Korumalar onu onaylayarak depodan çıkıp arkalarından kapıyı kapattıklarında içimde oluşan sevinçle yüzüme çarpık bir gülümseme yerleşti. Tom ve getirdiği adamlar o iki aptalı hallederdi ve sonra sonra da bizi kurtarırlardı. Bakışlarımı kapalı olan deponun kapısına dikerek yüzümdeki sırıtmayı gizlemeye çalıştım. Az sonra her şey sona erecekti ve hepimiz buradan sağ bir şekilde çıkacaktık. Düşüncelerimden çıkmamı ve yerimde kaskatı kesilmeme neden olan tiz bir çığlıktı. Ve bir de silah sesi...
Biliyorum kısa bir bölümdü ama bu bölüm gördüğünüz üzre iki parttan oluşuyor. Aslında tek bir bölümdü ama sonra ikiye bölmeye karar verdim. Çünkü burada bitmesi gerekiyordu. Bu akşam veya yarın ikinci partı da koyacağım ama dediğim gibi tek bir -uzun- bölümü ikiye böldüğüm için o da kısalık açısından yaklaşık bu kadar olur sanırım. Her neyse fazla uzatmak istemiyorum. Sizleri seviyorum ve geciktiği için çok özür diliyorum. İkinci partta görüşmek üzre... (Multi Media'daki Luke)
İkinci parttan spoiler:
» » » » »
''Beni gerçekten... önemsemiyor musun?'' Birkaç saniye gözlerime baktıktan sonra dudaklarını araladı. Ve ağzından çıkan sözle nedenini bilmediğim bir şekilde kalbime büyük bir baskı yapılmaya başladı. İçime oturan koca ağırlıktan bahsetmiyorum bile...
''Hayır.'' Gözlerini benden kaçırarak bakışlarını ellerine indirdi. Ben de boğazımdaki yumruyu, kalbimdeki sinir bozucu baskıyı ve içimdeki o koca ağırlığı gidermeye çalışıyordum. Beni önemsemiyordu. Peki neden buna bu kadar kırılmıştım? Neden umursuyordum ki? Bakışlarını ellerinden kaldırarak tekrar gözlerime baktı.
''Peki, sen benden gerçekten nefret ediyor musun?''
Hayır, etmiyorum.
Zihnime dolan kelimelere aldırmadan onun aksine gözlerimi gözleriyle birleştirerek cevap verdim.
''Evet, ediyorum.''
« « « « «
ŞİMDİ OKUDUĞUN
DIFFERENT [DEVAM ETMEYECEK]
FanfictionKendi masumluğunda hayatını süren bir kız... Ve masumluğun karanlıkla kaplanmış hali bir erkek, bir katil. O kadar farklılar ki... Bir o kadar da aynı. "Ben bir bataklığım, sen ise dal parçası. Ve sadece üç yol var. Eğer o dal parçası beni bataklıkt...