Lona:
Siyah postallarıma bakarak iç geçirdim ve rahatsız hastane sandalyesinde ayaklarımı sallamaya devam ettim.
"Bir konuşma yapıp geliyorum canım."
Anneme olumlu anlamda başımı sallayıp iki yana koyduğum ellerimi kucağıma bırakıp oynamaya başladım.
"Şu yasal zırvalıkları anlamıyorum. Aylık kan bağışından yürütmek daha mantıklı geliyor bana...Tamam Namjoon bağırma..Bağırma lanet olası almıyorum hastaneden kan falan...Dümbük."
Duyduğum sesle eğdiğim başımı kaldırıp kaşlarımı şaşkınlıkla çattım ve gördüğüm kişiyle kalbime giren ağrıyla yüzümü buruşturdum. Aşık olmak boktan bir şeydi. Gerçek anlamda.
Düz saçları dağılmış, siyah deri ceketinin içinde giydiği bol beyaz tişört vücuduna yapışmış ve dizleri yırtık pantolonu ince bacaklarını sarmıştı. Kapatmadan önce ettiği küfürün keyfini yaşıyormuşcasına telefonunu ceketinin cebine sıkıştırmış ve eğdiği başını kaldırıp, benimle göz göze gelmişti.
"Hey, merhaba Lona. Kanser hücreleriyle savaşımıza son gaz devam değil mi?"
Doktor Mir elini yumruk yapıp güç gösterircesine gülümsediğinde birkaç metre ötemizdeki Jungkook'un hiç zorluk yaşamadan vampir kulakları sayesinde tüm cümleyi duyduğunu yüzünde beliren yayvan sırıtmadan anlayabiliyordum. Öleceğim için seviniyor muydu?
"Aynen."
Diyerek umursamaz bir şekilde elimi doktor gibi yumruk yaptığımda annem gergince gülümsemişti.
"Pekalaa..Annenle birkaç şey konuşup geleceğiz."
Doktor elindeki kağıda birkaç şey not alırken annemin yüzünün asıldığını görebiliyordum. Onu üzmek istemiyordum, ailemi, arkadaşlarımı kimseyi üzmek istemiyordum. Anlık kramplardan dolayı okula bile zar zor gitmeye başlamıştım ve kızlar ne olduğunu sorup durmaya başlamışlardı. Onlara veda etmek istemiyordum, kimseye tek kelime konuşmadan huzur içinde öbür dünyaya yol almak istiyordum. Üç yıldır aşık olduğum kişininse bunu öğrenmesi en son beklediğim şeydi fakat hayat böyleydi. Küçük çatlaklardan büyük ışıklar verebiliyordu.
"Wang Lona."
Jungkook yüzündeki geniş fakat sahte gülümsemeyle bana doğru yaklaştığında başımı başka yöne çevirerek ayağa kalktım ve kesik bir nefes verdim.
"Jungkook."
"Sana teşekkür etme fırsatımız olmamıştı."
Diyerek ellerini ceketinin ceplerine koyduğunda başımla onu onayladım. Bu durumda olmak beni fazlasıyla geriyordu.
"Bir şey yapmadım, gerek yok."
"Sana bir teklifte bulunabilir miyim?"
Şaşkınlıkla ondan kaçırdığım bakışları yüzüne çıkardığımda şişkin dudaklarım hafifçe aralanmıştı.
"Ne?"
"Arkadaşın Gemma'dan benim için önemli bir şeyi alırsan, seni dönüştürebilirim."
Aralık dudaklarım daha da açılırken durumu kavramak için gözlerimi kırpıştırmıştım. Lafı dolandırmayı sevmeyen bir tip olduğunu bu kadar belli etmesi ayrıca..Gemma'da onun için önemli olan ne olabilirdi? Hiçbir parçayı birleştiremezken bana doğru bir adım daha atarak mesafemizi en aza indirmişti. Titreyen ellerimi saklayarak yutkunmuş ve doğrudan gözlerine bakmaya başlamıştım. Mine çiçeği kolyem yanımda olduğu için şanslı sayılabilirdim, beni etkileyemezdi fakat beni etkisi altına alması için aptal bir çiçeğe ihtiyacı yoktu. Fazlasıyla keskin olan kulakları hızlı kalp atışlarımı ve kan akışımı duyabiliyordu.
"Zaten öleceksin."
Zaten bildiğim bir şeyi ondan duymak karnıma tekme yememe sebep olmuştu. Bacaklarımın da titremeye dahil olduğunu ve gözlerimin dolduğunu hissettiğimde tekrardan yutkundum.
"Gemma'da senin için önemli olan şey ne?"
"Teklifimi kabul ediyor musun Lona?"
Sivri dişlerinin arkasına saklandığı dudaklarının arasından dökülen adım hislerimi karıncalandırsa da geriye doğru bir adım atabilmiştim.
"Huzur içinde ölmek istiyorum,Jungkook. Sizin gibi ölü ve soğuk bir bedene yüzlerce yıl sahip olmak için arkadaşımı satmam."
Gözlerini devirerek geri çekilmiş ve ceketinin cebinden çıkardığı ellerini havaya kaldırarak soğuk bir ifadeye bürünmüştü.
"Nasıl istersen. Arkadaşına zarar vermeden almak istemiştim oysa ki. Madem işleri kendi yolumla çözmem gerekiyor.."
Arkasını dönüp gideceği sırada duraksayarak seslenmiştim.
"Dur!"
"Çok geç,Lona. Jeon Jungkook bir kez teklif yapar."
+
Gemma:
"Kış mevsiminde ne reçeli tanrı aşkına?"
Büyükanneme hafif bir sitemle mırıldandığımda uzun paltosunun düğmelerini iliklemeden önce bana uyarıcı bir bakış atmıştı.
"Buzlanmış çilekleri almaya gidiyoruz. Ayrıca kasaba iki saat uzaklıkta neyden korktuğunu anlayamıyorum."
İç çekerek uzun, el örmesi kazağımın uçlarını çekiştirdim ve mutfak tezgahına yaslandım.
"Artık yaşlandınız. Böyle şeyleri amcamlara bırakmalısınız."
"Hayır genç hanım sana taş çıkartırım ben."
Büyükannem bilmiş bir şekilde çenesinde olan beyaz ve düz saçlarını geriye atarak burnunu dikleştirmişti. Gülerek ellerimi tezgaha yasladım ve onun enerjisine hayran kaldım. Hiç de yetmiş yaşında bir kadına benzemiyordu. Şeker, tansiyon hiçbir hastalığı yoktu, kemikleri ve zihni benden sağlamdı. Gerçekten çoğu zaman ona imreniyordum ve yaşlandığımda ne olacağımı kestirmeye çalışıyordum. Büyük ihtimalle mekanizmalı koltuklara bağlı, burundan pipetle elma suyu içen ve bir gözü toprağa bakan bir kadın olurdum.
"Bu gece Miyeol'da kal. Aklım sende kalmasın."
Onaylar anlamda başımı salladım ve kapıdan çıkmadan önce durmasıyla tekrardan başımı ona çevirdim.
"Şu kitabı da sürekli bir yerlere götürüp durma. Aile yadigarı o."
"Masal kitabı demiştin." Dedim kaşlarımı çatarak.
"Annene de okurdum."
Diyerek ayakkabılarını vestiyerden alarak kapının önüne koymuştu. Kaşlarım hala çatılıyken dışarıda arabayla bekleyen büyükbabamı daha fazla bekletmeyerek birkaç saniye içerisinde kapıdan çıkmış ve mutfakta öylece durmama sebep olmuştu. Küçükken büyükannemin bu eski püskü kitaptaki masalları okuduğunu hatırlıyordum. İbranice cümleleri kendi dilimize çeviriyordu ve normal masal kitapları varken neden böyle şeyleri okuduğuna anlam veremiyordum. Eski mısır imparatorlarının savaşları, yunan ve iran tanrılarının insanlara etkisini masallaştırmıştı hep kulaklarımda. Büyüdükçe bunun sadece bir masal kitabı olmadığını, yaşam defterimin ilk sayfalarından bu yana atılan çizgilerin mürekkebi olduğunu öğrenmiştim bu kitabın.
Miyeol arıyor...
"Gelirken marketten cips ve şu küçük pastalardan alır mısın? Bolca noddle stokladım ve aksiyon filmimiz hazır. Isabel grip olduğu için erkenden yatacakmış ve Lona da açmadı. Çabuk gel."
Ardı ardına sıraladığı kelimeleri anlamaya çalıştıktan sonra onaylar anlamda mırıltılar çıkarmış ve telefonu kapattıktan sonra askılıktan ceketimi ve bir gecelik kalacağım için bez çantama doldurduğum birkaç şeyi yanıma alıp, kapıyı kilitledikten sonra geniş bahçemizin ince uzun şerit şeklindeki taş zemininde yürümeye başladım.
Bahçenin demir kapısına uzandığım sırada bir anda beliren görüntüyle göz bebeklerim küçülmüş, elimi uzattığım kapının kilidini geri bırakarak şaşkınlıkla mırıldanmıştım.
"Jungkook?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
krew
Fantasyinsanlar kendilerinden farklı,güçlü olan her şeyden korkarlar. fantastik/fanfiction by; arisaak