"Delireceğim."
Küçük odanın içinde bir ileri bir geri giderken parmaklarımı yavaşça kahve tutamlarıma geçirmiş, siyah ince ceketimin kollarının gerilmesine neden olmuştum.
Odanın içindeki uzun boy aynasından kendimi gördüğümde iki gün içerisinde yorulduğumu anlamıştım. Gözlerimin altında düzgün uyku alamadığım için hafif çizgiler oluşmaya başlamış, pek bir şey yiyemediğimden de bozuk metabolizmam kendini belli ederek vücudumdaki şişliği alarak elmacık kemiklerimi keskinleştirmişti. Vücudumun çok hızlı deforme olması büyük sorunlarımdan biriydi. Birkaç gün düzgün beslenmesem gücüm düşüyordu, uyuyamasam zihnim bulanıyordu ve daha güçlü bir bünyeye sahip olmak istiyordum. Ceketin içindeki vücuduma yapışan ve göğüslerimi saran ince beyaz uzun kollunun tarzan gibi iki gündür ormanlarda gezmekten kirlendiğini görmüştüm. Bir an önce suyun altında kendimi atıp rahatlamam lazımdı. Yaşadığım stres ve gerilim bana birkaç gün yeterdi.
Şöyle ki; Lona uyandıktan sonra (tek kelime bile etmemiş, gördüğü her yansımasında kendine iğrenerek bakmış ve içimin parçalanmasına neden olmuştu) buradan en hızlı şekilde gitmek için sınıra, kalkanın bittiği ormana yola çıkmıştık fakat ormanı muhafızların sardığını ve gelişimizin fark edildiğini öğrenmişlerdi. Ülke yeni rejim için seçime girdiğinden her yer en üst düzeyde korunuyordu bu yüzden Jimin, en erken seçimlerden sonra yani yarın gidebileceğimizi söylemişti. Bu sürede küçük gümrük şehri olan cadıların yanında kalmamızın da güvenli olmayacağına karar verip başkente yola çıkmak için hazırlamıştık.
Boy aynasının üzerindeki kirden oluşan beneklerde kısa bir göz gezdirmiş, ağır meyan kökü kokusundan kurtulmak için küçük odadan hızla çıkıp etrafıma bakınmaya başlamıştım. Salonun dört köşeli küçük penceresinden aşağı baktığımda kapının önünde durduklarını ve kendi aralarında bir şey konuştuklarını görmüştüm. Lona hala gücünü toplayamadığından ve birkaç gün içerisinde kendisine geleceğinden hala Jungkook'a yaslanmış bir şekilde boş ifadelerle çocuklara bakıyordu. İç geçirerek önüme döndüğüm sırada yaşlı cadının hemen burnumun dibinde olmasıyla irkilip, bir adım gerilemiş ve omzumdan astığım bez çantamın sapına tutunmuştum.
Nyda, parlak ve iri, başka dünyaları da görebildiğini emin olduğum kadar açık gözleriyle yüzümde oyalanıyor ve bir şey demekle dememek arasında gidip geliyordu.
"Bir şey mi diyecektiniz?"
Parmaklarım hala çantamdayken gözlerinin çantama düştüğünü görmüştüm. Burası gerçekten güvenli bir yer gibi gelmiyordu.
"Elinin altındaki şeyin ne kadar önemli olduğunun farkında değilsin."
Kuru sesine karşılık meydan okuyan bir bakış attım. Birilerinin bu mevzu hakkında benden daha çok şey bilmesi sinirime dokunmaya başlamıştı. Ben kendimi bildim bileli bu kitap benim başucumdayken nasıl olur da ben hariç herkes daha çok şey bilebilirdi?
"Belki bana ne kadar önemli olduğunu kanıtlarsın."
Bakışlarını kaçırarak kambur beline dokunmuş ve salonun duvarındaki tabloya doğru yürümeye başlamıştı.
"Daha gencim.." hafif bir alayla konuştuğunda kaşlarımı çattım. "Ölüme uzun bir yolum var."
Öldürülmekten mi korkuyordu yani? Alt üstü birkaç kelime için.
"Öğrenebileceğim biri var mı peki?"
Şansımı zorlamaya çalıştığımda önünde durduğu kuyu tablosundan dönerek küçümser bir bakış atmıştı.
"Yanıbaşında."
+
"Burada kalmasına izin vermeyeceğim."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
krew
Fantasyinsanlar kendilerinden farklı,güçlü olan her şeyden korkarlar. fantastik/fanfiction by; arisaak