şarkı: wampire weekend-step
Vücudumu saran ince tülün ağaçların tepesine tırmanan soğuk rüzgarla dolması ve tenime ince iğneler gibi batmasıyla göz kapaklarım aralanmıştı.
Güneş'in uğramadığı, yüzünü gösterse bile sıcaklığının erişemediği soğuk, kanlı toprakların altından gelen çığlıkları işittim. Tanrı'nın 'en büyük ceza sizi yine geldiğiniz yere göndermektir' diye bahsettiği dünyanın en derin yerinde, lav göletlerinin olduğu kendi cehennemimizden gelen acı çığlıklardı kulaklarıma çapa tutturan. Gözlerim açık olsa bilincim yeni yeni yerine geliyordu, üşüyordum.
Sınıra bir kubbe gibi örtülmüş kalkanın ucuna kadar süren ormanda, en yüksek: göğe parmaklarını değdiren ağacın uzun bir dalından aşağı sarkıyordum. Boğazımda uzun yol gemilerinin yosun bağlamış halatı vardı, çıplak ve yara bere içindeki ayaklarım yere değmiyordu. Üzerimdeki masumluğun sembolü beyaz tül kendi kanıma bulanmış, yeni bir deri gibi yapışmıştı vücuduma.
Ormanı dört bir yandan saran kana susamış halk sivri dişlerinden salyalarını akıtarak katolik ilahilerinden söylüyor, büründükleri kırmızı pelerinle yeşil ormanı kırmızıya çeviriyorlardı. Hepsi birer gölge gibiydi, yüzleri tam anlamıyla görünmüyordu ve ayak sesleri, cansız dudaklarındaki uğultu tepeden dev bir canavarın gelişini andırıyordu. Korkmuyordum, kanımın son damlasına kadar mücadele hırsıyla doluydum ve etimden kemiğime kadar güçle doluydum. Korkmuyordum, içimde kaynağı sonsuz bir ateş vardı ve her şeyi yakabilecek cinstendi.
İçimde bir şeyin kemiğime tutunarak gözlerime kadar çıkmaya çalıştığını hissettim. Pençelerini ruhuma geçirmiş ve avına odaklamış vahşi hayvan kadar sakin ve sabırlıydı. Beklediğim bir şey vardı.
Kırmızılıkların içerisinde görünen siyah noktayla gözlerim kısılmıştı. Tam karşımda duran saat kulesinin etrafını saran kargalardan bir tanesi yelkovandan sertçe uçarak havalandığında çan kulak çınlatıcı bir şekilde çalmış, tüm kargalar gökkubbede büyük bir kara bulut oluşturarak bizi tamamen karanlığa boğmuştu. Saat 3.15
Siyah pelerinli gölgenin omzuna konan kargayla irislerimi çevreleyen halkanın alev aldığını hissettim. Bana fısıldıyordu, kargalar etrafıma dört dönerken fısıltısı bana ulaşıyordu.
"sen to połowa śmierci"
Gözlerimden sıçrayan alev körüklenerek tüm ormanın etrafını sardığında vücudumda dolaşan şey her neyse açığa çıkmış, kırmızıların korkuyla etraflarına bakmasına neden olmuştu. Kanlı göz yaşlarım yanaklarımdan süzülürken ve gözlerimdeki damarların patladığını hissederken alevler yoğunlaşıyor, çemberi daraltıyordu.
"czas się obudzić"
+
Lona
Uzun, kemikli ellerimin titremesini saklamak için kollarımı kucaklarıma sarkıttım ve ellerimi yumruk yapıp derin bir nefes verdim. Ellerimin titremesi tüm vücuduma yayıldığında dudaklarımın arasından çıkan cılız ve sessiz inlemeye gözlerimi sıkıca yumdum ve derin bir nefes aldım. Acıkmıştım.
Yatağın tam karşısında duran beyaz oval masada duran üç paket kan torbasına bakarken dudaklarımı ıslatan salya ile mide bulantım artıyor, zihnimde çatıştığım canavar her saniye daha da güçleniyordu. Öyle ki dişlerini nefsime geçirmesine çok az bir süre kalmıştı. Jungkook'un yanında kaldığım süre boyunca beslenmeyi reddetmiştim. Jungkook ise en sonunda bayıltıp şırıngayla vermişti ve o zamandan bu yana ağzıma bir damla değdirmemiştim. Bu iğrençti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
krew
Fantasyinsanlar kendilerinden farklı,güçlü olan her şeyden korkarlar. fantastik/fanfiction by; arisaak